DARBELER VE DIŞ POLİTİKAMIZ       

 

 Devlet yönetmek, market veya dernek yönetmeye benzemez.  Türkiye’nin çok önemli eksiklerinden biri de, hâlâ çağdaş iç ve dış politika yönetimini yakalayamamasıdır. Bu ifademle, kimse yalnız iktidarı eleştiriyorum sanmasın. Muhalefet de aynı geriliğin içindedir. Dernek ve sendikalar da öyle.

Ben liberal bir insanım. Demokratlığı katmıyorum çünkü herkes demokrattır veya olmalıdır. Demokratlık kutsaldır; liberallik ise siyasi, ekonomik ve sosyal bir anlayıştır, çağın değişen şartlarına göre, bu anlayışlar değişebilir. Bu kadarcık mini bilgiyi şunun için verdim. Askerî darbelere dünyada en karşı kesim liberallerdir. Ancak!

1-Devletin âlî teamülleri

2-Dış politika (İç politika değil) da liberallik de ve demokratlık da tamamen ülke çıkarları doğrultusunda izafidir.

*

Biraz açalım.

Düne kadar bu ülkede birçok askerî inkılâplar (darbe - askerî müdahale) oldu. Bunu hep birlikte yaşadık. Tamam, askerî müdahalelere karşıyız ama iktidarı ve muhalefeti ile siyasetçilerimiz askerî müdahaleleri gerektirmeyecek kaliteli ve vasıflı bir siyaset yaptılar mı?

Falancaya göre, 27 Mayıs doğru ve halkı bir müdahale iken; filancaya göre rezil bir darbedir. 12 Mart veya 12 Eylül müdahalesi falan kesime göre yerinde bir müdahale iken; filan kesime göre yargılanacak bir cürümdür. Bugün dahi iktidarın tutumu, birilerine göre askerî müdahaleyi gerektirecek kadar vahimdir; diğerlerine göre de ülke düze çıkmıştır, birçok güzel şeyler olmaktadır.

Şu anda 27 Mayısçılardan sağ kalan olmadığı için (mi acaba?) yargılanan kimse yok ama 12 Eylül darbecileri yargılanıyor. Dahası da var, “darbe yapacakmış gibi olan, böyle bir hazırlık ve konuşma yapanlar bile” şu anda tutuklu.

*

 Buraya kadar bir durum tespiti yaptım. Fikrimi ve kanaatimi değil, tarafsız olarak şu an ülkenin fotoğrafını ortaya koydum. Hâl böyle iken; şimdi Türk Milletine soruyorum. Bir hafta sonra askerî müdahale olsa nasıl karşılarsınız?

Kimileri: Allaaah derim. Şahane olur. Ohh be derim. Bekliyorduk derim.

Kimileri: Eyvaah! Bunca emek boşa gitti derim. Yine yanıldık derim. Yine demokrasi askıya alınacak derim.

Yani bugün dahi aynı olaya halkımız, yek olarak bakmıyor.  İşte asıl acı gerçek bu! Demek ki, asıl meselemiz darbe marbe değil. Asıl mesele ülkenin temel konularında hâlâ, iktidar ve muhalefet ittifak edemeyecek kadar birbirinden uzak. Bunun tabiî neticesi olarak halk da o kadar birbirinden uzak! (Darbecilerin uzmanlara iki ayda yaptırdığı anayasayı, siviller neden senelerdir yapamıyor dersiniz?)

*

 “Ey siyasilerimiz” demiyorum; ey sosyologlarımız, tarihçilerimiz, siyaset bilimcilerimiz, antropologlarımız ve bilim adamlarımız mesele bu. Sizler bilimsel bakış ile bu sosyal uçurumu araştırın ve çözün. Bununla ilgili raporlar hazırlayın, kitaplar yazın, konferanslar verin, dersler verin. Kime vereceksiniz?

Bana değil; siyasilerimize vereceksiniz. Yukarıda bilhassa “Ey siyasilerimiz demiyorum” diye yazmamın sebebi işte budur. Siyasilerimiz ne yazık ki bütün konulara kendi parti açılarından bakıyorlar, taraflı bakıyorlar. Kim iktidarı ele geçirirse, ülkeyi tamamen kendi partisinin rengine boyamaya başlıyor.

Bu yüzden bizim gibi geri kalmış ve çağdaş yönetim (yönetişim) düzeni sağlayamamış ülkelerde kavgalar bitmiyor. (Bu konuda iki defa kent konseyi konusunu yazmıştım)

Bizim siyasilerimiz birbirine, daima karşı taraftan baktıkları için, hiçbir zaman aynı manzarayı görmüyorlar. Yan yana dursalar ve karşı tarafa beraber baksalar aynı manzarayı görecekler. Manzarayı farklı yorumlasalar bile istikametleri aynı olacak. 

*

İşte gelişmiş ülkelerde siyasiler biz gibi değil. Yan yana durup muhalefet yapıyorlar. Aralarında uçurumlar yok.  Oralarda ne gezi parkı için aylarca kavga oluyor; ne de askerî müdahale oluyor.

SONUÇ:

Ey siyasilerimiz, hepiniz, ama hepiniz önce bilim adamlarımızı dinleyin. Akıl hocalarınız bilim adamları olsun. Kendi siyasi görüşünüzden danışmanlar ile bu ülke ortak akıla ulaşamıyor.

Tıpkı yeni evlileri,  ailelerin, kendini ezdirme, anana-babana laf söyletme gibi onları kendi doğrultularında şartlandırmaları gibi. Bebeğe bir isim konacak aileler birbirine giriyor. Kimse onlara, “Siz yeni bir çekirdek ailesiniz. Siz büyüdünüz, evlenecek yaşa geldiniz, kendi kararlarınızı verecek erginliğe ulaştınız. Haydi, bakalım kendi ayaklarınızla yürüyün. Lüzum görürseniz bize sorun ama son sözü siz söyleyeceksiniz.” demiyor ki. Tam tersine, iki aile de onlar genç, bilmezler, biz biliriz diyerek her şeylerine karışıyorlar. Bu güvensiz, bilimsellikten uzak ve bencil tutumdan vazgeçmeliyiz.

*

Yazının başlığı “Darbe ve Dış Politika” sen hâlâ milletin aile hayatını yazıyorsun demeyin. Mesele önce kendimizi görelim, tanıyalım ki sonra çuvaldızı başkasına batıralım. Zira toplumu -ki siyasi liderler de bunun içindedir- bireyler oluşturur. Biz birey olarak, bazı saplantılar ve şartlanmalardan kurtulamaz isek, kendi iç politikamızı da, dış politikamızı da özgür,  çağdaş ve geniş bir perspektiften göremeyiz. Nitekim göremiyoruz. Suriye’de yanıldık. Mısır’da yanıldık. Allah üçüncüsünden muhafaza etsin.

*

Şimdi geldik darbe ve dış politika meselesine…

Dünyada her şeye burnunu sokan (gelişmiş ve tabii güçlü) devletlere bakın; üçüncü dünya ülkelerinde, seçimle veya darbe ile iktidar değişince nasıl konuşuyorlar?

Bizde 27 Mayıs ve 12 Eylül askerî darbeleri oldu. Adamlar ne yaptı? Senin iç işlerine karışmadı. Hiç biri askeri müdahaleleri kınamadı. Hâlbuki onlar ülkelerinde askeri darbe filan bilmeyen insanlar. Biz gibi yok liberalmiş, yok demokratmış, yok sosyalistmiş, yok laikmiş gibi kendi siyasi özelliklerini bile anmıyorlar. Yok, büyük devletiz, yok şuyuz, yok buyuz da demiyorlar. Çünkü bunları çoktan aşmışlar. Senin ülkende de asker mi darbe yapmış, seçimle iktidar mı değişmiş hiiiiç umurları değil.

Onlar, o ülkedeki bu değişiklik, benim kârıma mı, zararıma mı buna bakıyor. İşte biz bu siyasi uyanıklığa varamadık.

*

Hiçbir ülkeye, “Askerî darbeye karışıyım, kendi ülkemde darbe yapma niyetinde bile olanları tutukluyorum. Senin ülkende de darbelere karşıyım. Senin müdahaleni kabul etmiyorum” diyemezsin. Nasıl ki taa 53 yıl evvel senin 27 Mayıs’ına  ileri ülkeler, “Ben ülkemin çıkarına bakarım. Bu darbeciler bana ne gözle bakıyor, önemli olan bu.” dedikleri gibi. Bizim bu gün geldiğimiz yeri, gelişmiş ülkeler yüz yıl evvel geçti. Onları örnek alıp, Mısır’a da Suriye’ye de söyleyeceğimiz söz şu olmalı idi.

“Biz, sizin ülkenizde barış ve istikrar isteriz. Bir an evvel huzur ve sükûna kavuşmanızdan yanayız. Yönetimin, muhaliflerle karşılıklı anlayış ve diyalog ile sorunlarını çözeceğine inanıyoruz.” gibi yuvarlak ve ortadan laflar etmesi gerekirdi. Dış politikada dobra dobra olunmaz. Erkekçe ve merdane bir tutum gösterilmez. Dış politikada Müslümanca (dürüst ve doğru) olmak yanlıştır. Dünyada kaç tane dürüst ve doğru lider var ki? Dış politika, adı üzerinde politika üretme yeridir. Erkeklik, efelik, dosdoğru hacı doğru olma yeri değil. Dış politika Allah yolu değil, nefis terbiye yeri değil. Dâhiyane kurnazlık isteyen yerdir.

Kayıtsız şartsız, hedef daima ülke çıkarıdır. Hiçbir ülke babamızın oğlu veya birinci derece akrabamız değildir. Ülke çıkarına yalan da söylenir, ikiyüzlü politika da yapılır. Örnek mi istiyorsunuz? Gani.

İşte gelişmiş ülkelerin hepsi ikiyüzlü. Onları takip edin yeter. Dış politikada küslük olmaz, köprüler atılmaz, katı ve sert olunmaz. Daima mecazî ve ılımlı konuşacaksın.  

*

 Biz iktidar ve muhalefet olarak hâlâ, iç politikayı ve hele de dış politikayı bilmiyoruz. Kısır, basit iç politika çekişmeleri, lacivert alaycı laflar belki kendi yandaşlarınızın hoşuna gidebilir. Ama Türk Milleti genelde bu çirkin laflardan rahatsız. Ne yazık ki alışkanlık oluyor ve bu huyumuzu dış politikada da gösteriyoruz. Bu yüzden hep gol yiyoruz.