En uygun harfi seçen bir adım öndedir. Harf hem her şeydir hem de hiçbir şey.

İlk tümcede “uygun” sözcüğünü seçtim; iyi-kötü, mükemmel, şahane, harika değil. “Uygun olmak” hâlden hâle geçen ol-öl salınımında oluşumun ve ifadenin eksik parçasıdır.

O eksik parça harf kimilerine göre iyi, kimilerine göre de kötü olabilir. Tıpkı şahane, harika, muhteşem gibi.

Uygun olanı seçmek bir tercih meselesidir. Söylerim ya hep, hayat tercihlerle gidilen bir yoldur, diye.

Uygun olmak ve tercihte üçüncü köşesi üçgenin ise seçenektir.

Yazı/şiir bağlamında seçenek sizin sözcük dağarcığınızla varsıllaşır. Düş kurma yetinizle de genişler.

Resim söz konusu olduğunda ise sözü Bedri Rahmi Eyüboğlu’na bırakalım. “Dört küheylan çeker arabamızı / Biri leke, biri çizgi, biri benek, biri renk”.

Bütün bunların yordamı, gelir sanatçının beslenmesine dayanır. Gündelik hayatta bir kişiye ortalama 3.000 kalori yeterken, bu miktar sporcular için 6.000 kaloridir. Buradan hareketle yeterli beslenmeyen sanatçının seçenek yelpazesi cılız kalacaktır. Sanatçının seçeneklerini zenginleştiren bir başka boyut ise onun gözlem gücüdür.

Edebiyat, müzik, dans, resim, heykel, tiyatro vb. hangi sanat dalı olursa olsun her gözlem sanatçının ifade dağarını zenginleştirecektir.

Gözlem… Göz… Bakmak ve görmek… Ne çok severim “görgü” sözcüğünü. Bakıp da görmemiz, baktığımız açıya ve penceremizdeki camın derecesiyle ilintilidir.

Açı, olmak ya da olmamak sürecindeki belirleyicilerden biridir. Bir olguya bakış açımız bizim onu okumamızın mertebesini sağlar. Bakış açımızdaki ön kabuller, önyargılar, ezberle ise yanılgımıza yol açarken yenilgiye de sebep olacak denli önemlidir. Masanın dört tarafı, dairenin her noktası olguları farklı açılardan gösterirken gerçek ise tektir. Bakılan olgunun merkezinde bir kişi de olsa hem kendine hem de olguya dışarıdan bakabilmemiz görüş açımızı zenginleştirecektir.

Oktay Akbal, Şair Dostlarım, (1964) adlı kitabında Sait Faik ve Orhan Veli ile bir vapur gezisini anlatır.

Bir bahar günü Sait Faik ve Orhan Veli ile birlikte yaptığımız bir Boğaz gezintisini anımsıyorum. Üsküdar'dan Beykoz'a kadar her iskelede Sait beni sınava çekmişti:

'Şu iskeleyi anlatmak gerekse neresinden başlarsın?'

Anadolu Hisarı İskelesi'nin yanında küçük bir kahve vardır. 'Haydi' dedi, 'mademki hikâyecisin, şu kahvede ilk gözüne çarpan nedir, söyle bakalım?'

Baktım üç dört kişi oturmuş kâğıt oynuyor, kahve içiyor, duvarda birtakım basma resimler... İran şahının Atatürk'le resmi falan. 'Bu resimleri belirtirim' dedim. Kızdı birden, 'Ulan!' dedi, 'o kenarda tek başına oturan ihtiyar sakallı var ya, işte asıl hikâye o be!’

Türk musikisinin saz eserleri söz konusu olduğunda 20. yüzyılın başında yaşadığı kırılma Tanburi Cemil Bey’in besteleriyle olmuştur. Tanbur icrasına getirdiği yenilik ise apayrı bir boyuttur musikimizde.

“Sık sık çeşitli halk kesimlerinin arasına girer, Sulukule’ye gider, pehlivan güreşleri izler, Trakyalı zurnacıların zurnasını dinler, Bahariye ve Yenikapı Mevlevihanelerinde ayinlerde bulunur, musikinin her türünden ilham alır, bütün bunları asil bir üslup içinde eriterek yeni kalıplara dökerdi. Bir ara zurna çalmağa merak etmiş, hayli başarılı olmuştu. Bazen bir dilencinin peşine takılarak okuduğu bir ilahiyi Hamparsum notasına aldığını oğlu söylüyor. Ramazan günleri camilere giderek Mevlid ve Hafız Sami Efendi’den Kur’an dinlerdi. Sık uğradığı bir kahvede Karadenizli bir kemençeciyi dakikalarca dinlemiş, para vererek tekrar çaldırmış, çevresindekiler “Üstat! Siz bunun en alasını yapıyorsunuz. Bu sazı nasıl dakikalarca dinleyebiliyorsunuz?” demişlerdi. Cemil Bey ise “Çok güzel nağmeler yapıyor. Ben bunları kullanmak istiyorum” karşılığını vermişti.

(http://www.eksd.org.tr/tanburi-cemil-bey/)

Beslenme ve gözlem için örnekleri çoğaltmak mümkündür şüphesiz.

Bilindik bir kıssadır. Bir şirkete alınacak personel adayları mülakat ile seçilecektir.

Yüksek bir binanın üst katlarından birinde odaya alınan adaya sorarlar, “Pencereden bakınca ilk neyi görüyorsun?”

Verilen cevaplar, “Karşıdaki yüksek binaları görüyorum…”, “Gökyüzünü ve binaları görüyorum…” vb.

Mülakata giren adaylardan biri “İlk pencere camını görüyorum, sonra da dışarıyı görüyorum…” der ve işe alınan tek kişi olur.

Pencere camları sıfır derecelidir. Bizim hayata bakan penceremizin camları ise derecelidir. Hayata aynı pencereden baksak bile farklı şeyler görürüz. Bu da kaçınılmaz olarak bizim tercihlerimizi etkiler ve belirler.

Dereceli camın çerçevesi…

1980’li yıllarda bir makalede okumuştum. Maymunların 35-40 civarında bir sürüde yaşadıklarını söyleyen sosyolog, telefon defterinize bakın ve sık aradığınız isimlerin yanına işaret koyun. Çıkan sayı 35-40 arasında olacaktır” diyordu. Evet, sık aranan o isimler (eş, dost, arkadaş, akraba, sevgili vb.) bizim çerçevemizdir. Bu durum bizim tercih ve seçimlerimizin çerçevesidir.

Bu çerçeveye giren kuyrukluyıldız, meteor gibi kişiler ile frekans uyuma sağlamak, aynı yörüngede gezegen misali dönebilmek şansımız da olabilir, şansızlığımız da. Çerçevedeki yaşam alanımız bizim açımızla ilintili olup aynı zamanda bir frekans ve uyum boyutudur.

Meteorlar uzaydaki gezegenlerden maden ve mineraller getirerek gezegenimizi zenginleştirirler aslında. Kuyrukluyıldızlar ise pek sık göreceğimiz gezginler değildir. Teşbih bu ya, çölde serap görme ihtimalimiz bir kuyrukluyıldızla rastlaşmaktan daha fazladır. Ortalama insan ömründe iki kez kuyrukluyıldız görmek pek olası değildir. Çölde yeni bir serap görme şansımız ise bir hayli fazladır.

“Nil Günleri” adlı şiir kitabımı baskıya gönderdiğim günlerde bir arkadaşla telefonda konuşurken yeni kitabın haberini vermiştim. Arkadaş, “Yahu sen bir ara Mısır’a gitmiştim değil mi?” diye sormuştu. Ben fakir de “Mısır’a hiç gitmedim, ama herkes kendi çölünün içinde yürür” demiştim. Çölün de uygununu seçmek gerekiyor galiba. O çöl bana “Nil Günleri” adlı kitabımı getirmişti.

Meraklısı için ek: Kuyruklu yıldızlar, "kirli kartopu" ya da "buzlu çamur topu" olarak anılırlar. İsimlerinde yer almasına rağmen yıldız değildirler, buz ve kozmik toz karışımından oluşurlar. Güneş Sistemi'nin diğer küçük cisimlerinin aksine, kuyruklu yıldızlar antik çağlardan beri bilinmektedir.