Müslüman mahallesinde papaz külahıyla ya da kipayla dolaşmanız ve yandaş bulmanız mümkün müdür? Asla…

Bu arada aklıma gelmişken yazayım, bu “kipa” çok müşterili süper marketin adı değildir. Bu “kipa” haham takkesidir. Haham takkesi...

Bu sosyokültürel gerçeği en iyi bilenler emperyalistlerdir. Yazmışlar, çizmişler derslerine çalışmışlardır.

Bugün ısıtılıp, ısıtılıp sarhoş yemeği gibi topluma dayatılan “Ilımlı İslam Anlayışı” 1896’da ABD Kongresi’nde alınan gizli bir kararla, Osmanlı Devleti’ni bölüp parçalamak için yeni bir Haçlı Seferi yola çıkarılmıştır. Günümüzde bu düşünce gene revaçtadır. Ancak BOP veya Dinler Arası Diyalog gibi gayrı meşru doğumlarla, Haçlı'nın nüfusunda, hele, hele işbirlikçilerin de katılması ile göze görünür bir artış kaydedilmiştir.

İslami anlayışı sadece türbana indirgeyenler ise, Eşbaşkan'lığın verdiği görevle, hilâlin göz kamaştırıcı aydınlığını unutup, Davut'un altı köşeli yıldızına, Evangelistlerin Haç'ına teslim olmuşlardır.

Gel de hatırlama o sözü…  “ Siyasette hiç bir şey tesadüf değildir. Bir şey vuku buluyorsa, o şeyin önceden planlandığından emin olabilirsiniz.” ABD Devlet Başkanı Franklin Roosevelt (1882-1945)

Bu gizli karar gereği Osmanlı Devleti bölünecek, denizden denize Ermenistan ve Büyük Kürdistan kurulacaktır. İstanbul’a ABD’li vali, diğer illere ABD’nin onayıyla Avrupalı “iyi Hıristiyanlar”(!) atanacaktır.

Haçlı seferinin çanına ot tıkayan ise Çanakkale savunmasıyla başlayan tarihi süreçtir. Balkan yenilgisinden sonra ellerini kollarını sallayarak İstanbul’u işgal edip, Çarlık Rusya’sına yardıma gideceğini zanneden dönemin en büyük armadası çakılıp kalmıştır Çanakkale önlerinde…

Anadolu'da çeliğe çifte su verilmektedir. Çifte su verilen çelik süngü kılıç olmakta ve bunları kavrayan kollara demirden bir irade ile "Ya İstiklal- Ya Ölüm" şiarı aşılanmaktadır. Komutan ise Mustafa Kemal’dir.

Mustafa Kemal önderliğinde Türk Devrimi emperyalist işgale karşı Bağımsızlık Savaşı vererek kanla, irfanla kurulmuştur Türkiye Cumhuriyeti.

Yıl 1930… Almanya… Kurt Zeim “Emperyalizm” adlı kitabında şunları yazmıştır. “Kemalizm, emperyalizmin en büyük düşmanıdır. Atatürk dinsiz ve tüm Kemalistler, halka din düşmanı olarak anlatılmalıdır.”

Ne demiştik? Batılı emperyalistler yazar, çizer, dersine çalışır. Thomas’ın yaptığını Franklin bozmaz… Saksafoncu Bill’in yolunda yürüyen, turkuaz renkli takımıyla şirinlik maskesi takan Hillary ayrılmaz…  Oyuncular değişir, sistem değişmez… 

ABD Kongresi yukarıda değindiğimiz saptamayı yaptığında 1919’dan başlayarak Anadolu’da dönemin emperyalist elebaşı İngiltere’nin tertibiyle “Din elden gidiyor…”  yaftalı Kurtuluş Savaşı karşıtı, gerici ayaklanmalar çıkartılmıştır. Aznavur İsyanı, Afyon Ayaklanması, Ali Batı İsyanı, Bolu ve Düzce İsyanları, Bozkır İsyanı, Cemil Çeto İsyanı, Çerkez Ethem Ayaklanması, Koçgiri İsyanı, Konya Ayaklanması, Kuvay-ı İnzibatiye (Halifelik Ordusu), Milli Aşiret isyanı, Pontus İsyanı, Yozgat İsyanı, Zile Ayaklanması.

Gerici, bölücü, karşıdevrime hizmet eden ayaklanmalar Cumhuriyet döneminde de emperyalizmin himaye ve kışkırtmasıyla sürmüştür. Nasturi (1924), Şeyh Sait (1925), Raçkıtan ve Raman (1925), Sason (1925), Ağrı (1926), Koçuşağı (1926), Mutki (1927), İkinci Ağrı (1927), Bicar (1927), Asi Resul (1929), Tendürük (1929), Savur (1930), Zeylan (1930), Oramar (1930), Üçüncü Ağrı (1930), Pülümür (1930), Dersim (1937-1938).  Ayrıca 1930’de Menemen İsyanı…

Ta ki 1938’de Mustafa Kemal Paşa Hakka yürüyene kadar… Ne gariptir ki Anadolu’daki gerici, bölücü, Cumhuriyet karşıtı ayaklanmalar 1938’den sonra aniden kesilmiştir. Bu sürecin tarihçiler tarafından derinlemesine araştırılıp incelenmesi gerekmektedir.

Bizce durumun iki sebebi vardır. a) 1939’da başlayan İkinci Paylaşım Savaşı… b) Türkiye’de "dâhili ve harici bedhahlar" anlaşıp uzlaşmışlar ve “barış çubuğu” içmişlerdir.

Kimdir bunlar?

Emperyalizm, İkinci Paylaşım Savaşı sonrası 1946’dan itibaren taktik değiştirmiş ve Türkiye’de çok partili demokrasi müsameresi başlatılmıştır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da feodalizmin tasfiye edilemediği,  Kemalist devrimin duraklatıldığı süreç ağır-usul tırmanmaya başlamıştır. Feodal gerici yapı, emperyalizm ile çiftleşerek Türkiye’ye egemen olmaya başlamış ve bir ucube dünyaya gelmiştir. Bu ucubenin günümüzdeki adı ise İLERİ DEMOKRASİDİR. Karşıdevrim, yaza-çize, sağlı sollu DNA’larla oynayıp, medyayla topluma narkoz vererek tırmanmaya başlamıştır.

TBMM’sindeki Doğu ve Güneydoğu vekilleri artık ağalar veya onların işaret ettiği isimlerdir. Daha sonra işaret edenler arasına şeyhler de girecektir. Orta çağın dini örgütsel yapıları olan tarikatlar, yasal engele karşın, görmezden gelinerek açık, kapalı yaygınlaştırılarak siyasetin belirleyicisi olmuşlardır.

Partiler, tarikatlardan destek alarak, onların işaret ettikleri isimleri vekil listelerine yazarak demokrasi müsameresinin muzaffer oyuncuları olarak sahne almışlardır. Bireyleşemeyen tipler bir işaretle blok oylar vermekte, sandıktan istenen isimler çıkarılmaktadır.

Çift kaymaklı ekmek kadayıfı… Yeme de yanında yat… “Çok Partili Demokrasi Müsameresi”nden “İleri Demokrasi”ye böyle geçilmiştir.

İşte size kim bunlar sorusunun cevabı...

Bir taraftan da Kemalizm halka dinsizlik, din düşmanlığı olarak gösterilerek Cumhuriyet karşıtı kadrolar beslenip yetiştirilmektedir. Bir diğer kuluçka makinesinde ise Mustafa Kemal’i ve Kemalist Devrim’i küçümseyen, onu suçlayan veya görmezden gelenler emperyalizmin karanlığında palazlandırılmaktadır. İşin açıkçası, Sol’un da DNA’sıyla oynanmaktadır.

Bu kuluçka makinelerine yabancı dilde eğitim veren okulları da eklemeliyiz. Sömürge aydını olarak yetiştirilen, kendi toplumunu küçük gören, batı karşısında aşağılık kompleksiyle ezilmiş tipler. “Halk cahildir… Bu millet adam olmaz… Ne varsa Batı’da vardır, ne diyorlarsa doğrudur…” diyen toplumdan yalıtılmış salon gevezeleri… AKM'lerde hapsolmuş muhtelif kanaat önderleri(!)

Böylece tırnak içinde sağda, solda, dincilikte seri üretimler devam etmiştir. Bir grubun beyinler, “Kemalist Devlet Yıkılacak Elbet”, “Çankaya Ezan-kaya Olacak”, “Mustafa Kemal dinsizdir, dönmedir” sloganlarıyla yıkanırken, bir taraftan da Mustafa Kemal sosyalist devrimi yapmamakla suçlanacaktır. Anadolu’daki gerici ayaklanmalarda “orantısız güç kullandığı” ileri sürülecektir. Gibiler Cumhuriyeti’nin gibileşmiş tipleri…

Bazıları da meydanı boş bulup, "Dersim'de olanlar bir insanlık suçudur" diyecektir.

Çember hızla kapatılmakta, devrimle kurulan ulus devletin parçalanması oyununda emperyalizm kendi yazılımında artık son perdeye koşar adım ilerlemektedir. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın turkuaz takım elbiselerini giyerek yaptığı son ziyaret “Arkadaşı Ahmet’e”  yeni talimatları verme amaçlıdır. Talimatlar "tavsiye" maskesi ile verilmiştir ve verilmeye devam edecektir.

Libya Temas Grubu toplantısı bahanesiyle Türkiye’ye gelen Hillary Clinton, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) düzenlediği “Dini Temelli Hoşgörüsüzlükle Mücadele Toplantısı”na katılmış, Heybeliada Ruhban Okulu’nun mutlaka açılması gerektiğini söylemiş, azınlıklara dini özgürlüğün yeni Anayasa’ya konulmasını istemiştir.

Fener papazı Bartholomeos’u da ziyaret eden Hillary Clinton, basına kapalı görüşmenin ardından metropolitlerle tanışmıştır. Buradan Aya Yorgi Kilisesi’ne geçen Hillary Clinton, mum yakıp, dua etmiştir. Herhalde Clinton Türk devletinin, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün bekası için dua etmemiştir.

Abdullah Gül ve Davutoğlu ile Huber Köşkü’nde konuşan Hillary Clinton’ın duasının diğer gelişinde iki Abdullah’tan diğeriyle görüşmek mi olduğu sorusu akıllara takılmıştır.

Hoş, Clinton'un bu konuda dua etmesine hiç gerek yoktur. Zira tüm Abdullahlar, Recepler, Ahmetler, Ertuğrullar, Bülentler, Mehmetler Clinton Abla'ları ile görüşmek için sırada hazır ve nazır beklemektedirler. Hele şöyle el sıkışırken, otuz iki dişlerini gösteren sırıtkan resimleri Abla'cıkları tarafından tivitıra konulursa, değmeyin keyiflerine...

Malum âliniz, devrimiz yönetilerek, yönetme devridir.  % 49,6 bu sistemi bir şekilde onaylamıştır.

Toplumun çok geniş bir kesimi ise medya kuşatmasında narkoz verilerek ve dolar, avro şırınga edilerek teslim alınmıştır. Doktoru, eczacısı, fındıkçısı, hayvancısı, çiftçisi, sütçüsü, KPSS ve YGS mağdurları bunca tepkiliyken, bu durum eğer seçim tercihlerine yansımıyorsa, bu davranış bozukluğu nasıl açıklanabilir?

Boşuna mı spor kulübü başkanları bile, Sn. Başbakan'ın isteği üzerine medya patronluğuna soyunmaktadır?... Narkozlu medya artık damat, enişte, burs amca olarak işlevini bitirmiş, hedef patron olarak taraftarı çok olan spor kulüplerinin başkanlarına sıra gelmiştir.

Topluma bilinç taşıması tarihi bir görev olan aydınlar(!) ise muhtelif salonlarda halkı, milleti suçlayarak gaflet ve dalalet içinde kendilerini aklamaya çalışmaktadırlar.

Hele partilerin, sendikaların, derneklerin (Demokratik Kitle Örgütleri, STK’lar değil) yönetimleri muhtelif sızmalarla tirelenmiş, dönüştürülmüş, asli işlevlerinden uzaklaştırılmışlarsa yapılacak eylem bu yapılar içinde tabandan başlayarak milleti derin uykusundan uyandırmak, Kemalist Devrim’i yeniden inşa etmek, tam bağımsız Türkiye’nin bayrağını göndere çekmektir.

Tabandan, tepe yönetimler yükselen milli birlik mücadelesi, her türlü etnik, dini, siyasi, şahsi çelişmeler ötelenerek inşa edilirken bu yapılarda “Heyet-i Temsiliye”  örneği bir eşgüdümle hareket edilmelidir.

Efendim????

“Yaz sıcağında sırası mı bunca zahmetin?” diye sormanın zamanı çoktan geçmiş, atı alan özerkliğini ilan etmiştir. Irak’ın ardından Türkiye, Suriye ve İran’ı da bölmeyi öngören projede birleşme adımları hızlandırılmış, 4 ülke bölünerek oluşacak “devlet” için tek bayrak hazırlanmaktadır.

Ege’nin, Akdeniz’in mavi sularında vakit öldürmenin sırası değildir. Milli birlik sağlamaya daha da geç kalmanın bedeli giderek artmaktadır.

Hanımefendiler, beyefendiler… Kanla, irfanla, devrimle kurulan Cumhuriyet’in insanları…

“Hatt-ı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır”

 Aksi takdirde Paşam, bizi hiç affetmeyecektir.