“Yurtta barış, dünyada barış” idi kurucu iradenin şiarı.

Ama ne ülkede barış sağlandı ne de dünya barışına katkıda bulunuldu. Dışarda komşularıyla, içerde halkıyla kavgalı bir ülke olundu.

Nitekim 10'ar yıllık periyotlar halinde geriye doğru bir sorgulamada görülen:

2020’den, 2010'dan, 2000'den, 1990'dan önce barışık mıydı bu toplum? Hayır.

1970'den, 1960'dan, hatta 1950'den önce barışık mıydı bu toplum? Hayır. Daha da açık bir ifadeyle diyebiliriz ki, hiçbir zaman barışık olmadı, olamadı bu toplum.

Çünkü farklılıklar kabullendirilmedi bu topluma.

Çünkü farklılıklar düşman gösterildi bu toplumda.

* * *

barış üzerine yapılmış bir araştırmanın fotoğrafı: Amerikan “Ekonomi ve Barış Enstitüsü” kuruluşunun, 2007 yılında başlayarak her yıl hazırladığı “Küresel Barış Endeksi” raporuna göre Türkiye, 163 ülke içinde 2007 yılında 92’nci sırada iken 2018 yılında 149’uncu sırada olmuştur.

Ve bu sıralamada:

en huzurlu 10 ülkesi İzlanda(l), Danimarka(2), Avusturya(3), Yeni Zelanda(4), Portekiz(5), Çek Cumhuriyeti(6), İsviçre(7), Kanada(8), Japonya(9) ve Slovenya(l0)...

Dünyanın en huzursuz 10 ülkesi ise Türkiye’nin hemen gerisinde Libya(154), Sudan(155), Ukrayna(156), Orta Afrika Cumhuriyeti(157), Yemen(158), Somali(159), Afganistan(160), Irak(161), Güney Sudan(162) ve son sırada Suriye(163) olmuştur.

* * *

Aslında bu kuruluşun 2007 ve 2018 yılları arasındaki raporunda:

Yıllara göre Türkiye, 163 ülke arasında 92-115-121-126-127-130-134-135-138-145-147-149’uncu sırada olmuştu.

Ve 2019’da 152’inci, 2020’de 150’inci, 2021’de 149’uncu sırada yer almıştır.

Yani Türkiye, huzur ve barış sıralamasında dibe vurmuştur.

Ve de sonuçta:

Barış ve huzura muhtaç bir Türkiye olunmuştur.

Alevi'yi Sünni'ye, Sünni'yi Alevi'ye düşman eden...

Türk'ü Kürt'e, Kürt'ü Türk'e düşman eden...

ülkenin batısına nefret dolu bir doğu, doğusuna nefret dolu bir batı yaratılmıştır.

* * *

Daha da tehlikeli olanı ise:

Toplumu bir arada tutar olan üst kimlik bağları zayıflar, devlet ve toplum bir kimlik bunalımı ile boğuşur olmuştur.

Peki, neden ülke bu duruma gelmiş, neden toplumsal bağlar çözülmüştür?

Çünkü sosyolojik realiteye aykırı olarak:

“Sınıfsız ve imtiyazsız” bir toplumuz diyerek sosyal sınıflar;

“Laik bir devlet” yaratmak için din ve kültürel farklar; “Tek bir etnik kökenden” gelme iddiasıyla farklı kimlikler yok sayılır olmuştur.

* * *

Sonuçta halkından korkan bir devlet, devletinden korkan bir halk yaratılmıştır.

Üstelik yıllarca korku üretilmiş ve de korkularla yönetilir olmuştur bu toplum.

Komünizm gelecek denilmiştir.

Şeriat gelecek denilmiştir.

Darbe yapılacak denilmiştir.

Ve korkularla yaşamaya alıştırılmış, korkularıyla kamplara ayrılmıştır bu toplum.

Ve de öyle ki, korkusundan korkar olmuştur bu toplum.

Yargı, yargıdan; aydın, düşüncesinden korkar olmuştur.

Yazar, yazdığından; şair, şiirinden korkar olmuştur bu ülkede.

* * *

İşte şimdi soralım:

Peki, bu ülkede toplumsal barış olmaz mı, olamaz mı?

Elbette olabilir ve de olmalıdır.

Ama bir koşulla:

Yukarıda söylediklerimizin hepsi tersine çevrilebilirse...

Yani, birbirini ötekileştirmeyen bir zihniyet değişimi olabilirse...

Ülkedeki katliamlarla yüzleşebilecek, korkuları yok edebilecek kadar cesur bir siyasal iklim yaratılabilirse...

Ve tüm bunlar, toplumsal bir sözleşme olan “Anayasa” ile yeterli güvenceye alınabilirse...

Ve de 2023 seçimlerine doğru böyle bir barışık Türkiye’nin tohumları ekilebilirse…

Evet, zor... Hem de çok zor...

Ama bu ülkenin geleceği için olması gereken bir zor...