Ötekileştirme, terim olarak son 15 yıldır sıkça kullanılmıştır. Kabul edilmemiş kimliklerin, egemen anlayışa karşı kendilerini ifade edebildikleri bir terim olmuştur.

Ötekileştirme, sosyal hayatta, siyasi hayatta kendi gibi olmayanı, kendine benzemeyeni dışlamak; sosyal ve siyasal değerlerin dışında tutmaktır. Ve de onu potansiyel bir düşman olarak görmektir.

Elbette böyle bir olgunun arkasında birikmiş toplumsal korkular, önyargılar, saplantılar ve de özellikle sisteme egemen olma anlayışı vardır.

Halkın bilinç düzeyi yükselmeye başladığında, sistemin sahipleri ve sistemin "toplum mühendisleri" derhal harekete geçmiştir.

Kullanılan dil ve söylemlerle "ötekileştirme" olabildiğince beslenmiş, toplumun dokusuna ve yetişen neslin belleklerine kazınmıştır.

Sonuçta ötekileştirme, sosyal hayatta ve siyasal hayatta ayrımcılığı besleyen bir olguya dönüşmüştür. Ve bugün toplumsal barışın önündeki en büyük ve en önemli engellerden biri olmuştur.

Çünkü ötekileştirmede bir aşağılama, bir suçlama, bir hakaret vardır. Bilinçaltı, adeta yıllarca bu suçlayıcı ve aşağılayıcı değerlerle doldurulmuştur.

Bugün kullanılan "kızılbaş" ve "yezit" terimleri, Alevi ve Sünni kesimlerce asırlarca bir suçlama, bir hakaret ve bir ötekileştirme terimi olarak kullanılmıştır.

Özellikle Alevi kesim ötekileştirmenin en büyük acısını çekmiş, yıllarca adeta kimliğini saklar olmuştur.

Ötekileştirmede bu hakaret ve aşağılamadan toplumun bütün kesimleri de nasibini almıştır.

Araplar için:

"Anladıysam Arap olayım"

"Ne Şam'ın şekeri, ne Arap'ın yüzü"

Kürt'ler için:

"Kürt'ü koyma avluya, Kürt'ten olmaz evliya"

"Ağaçtan maşa, Kürt'ten paşa olmaz"

Gayrimüslimler için:

"Gâvur, gâvurluğunu yapar"

İşte bu hakaret ve aşağılayıcılık dolu sözlerle ötekileştirme, belleklere iyice yerleştirilir olmuştur.

Kadınlar için:

"Kaşık düşmanı"

"Sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin"

Yahudi'ler için:

"Yahudi pazarlığı"

Ermeni ve Rum'lar için:

"Ermeni dölü / Ermeni tohumu"

"Rum dölü / Rum tohumu"

Romanlar için:

"Çingeneye beylik vermişler, önce babasını asmış"

"Çingene çalar, Kürt oynar"

Sözleriyle, ötekileştirme ve ötekileştirmenin beslediği ayrımcılık, günlük konuşma diline de yerleştirilmiştir.

İşte bu ve benzeri sözler, farklılıklara böyle bir toplumsal bakış, siyasetin ötekileştirme politikasına uygun bir "sosyal iklim" oluşturmuştur. Ötekileştirmenin yıllarca beslediği ayrımcılık ise, toplumda kin ve nefret tohumunu yeşerten bir zihniyet yaratmıştır.

Daha da önemlisi, farklılıklarla bir arada yaşayabilmenin koşulu olan "demokratik yapı"nın inşa edilememiş olması, böyle bir toplumsal zihniyetin gelişmesini adeta beslemiştir.

İşte bu zihniyet ve de belleklere yerleştirilmiş ötekileştirme olgusudur ki; yaşanan tüm acı olaylara uygun ortamı hazırlamış, katliamlara varan toplumsal felaketlerde halk kolayca provoke edilmiştir.

Ve de öyle bir toplumsal zihniyet oluşmuştur ki; öldükleri güne kadar İlhan Selçuk annesinin Ermeni olduğunu, M.Ali Birand annesinin Kürt olduğunu söyleyememiştir.

Ama bugün; Türkiye'de, kendisini ötekileştirilmiş olarak gören ve öteki olmamanın kimlik mücadelesini verenlerin sesi yükselmiştir.

Biz ne dersek diyelim; etnik kimlik olarak Kürt'ler, inanç kimliği olarak Alevi'ler, sosyal bir kimlik olarak kadınlar, belleklere kazınmış ötekileştirici değerlerin yıkılmasını istemektedir.

İşte bugün; başlatılmış olan anayasal süreçte, ötekileştirilmiş ya da ötekileştirildiğini sanan kimliklerin, birlikte ve eşit yurttaşlar olarak yaşayacağı anayasal demokratik yapı oluşturulmalıdır. Ve de ötekileştirici toplumsal zihniyet yıkılmalıdır.

Çünkü toplumsal barışın tek yolu toplumsal uzlaşmadır; bunun tek yolu ise, demokratik yapının tam olarak inşa edilmesidir.