Zorlanarak, sıkıntı çekerek, eziyete katlanarak, büyük emek vererek bir işin hakkından gelme eylemi için kullanılan bir deyimdir.

''Anasından emdiği süt, burnundan geldi…” deriz.

Deriz demesine de; bu deyimin, neden, niye, nasıl ve nereden kaynaklandığını bilmeyiz.

Ya da şöyle kurgulayayım bu tümcemi (de bilenlerin tepkisini çekmeyeyim); sizi bilmem; ben bilmez idim.

Yeni öğrendim.

Meğer bu deyim; Osmanlı padişahlarının yaptığı kardeş ve bebek katliamlarından türeme bir deyim imiş…

* * *

Biliyoruz ya da biliniyor ki; Osmanlı Padişahlarının 1389 yılında başlattığı “kardeş ve bebek katliamları”, 1603 yılına değin; kesintisiz 214 yıl, sistemli olarak devam etmiş /ettirilmiştir.

Bu süre içinde tahta çıkan padişahların tümü; kundakta dahi olsalar, kardeşlerini büyük bir soğukkanlılık ve vahşet duygusuyla katletmişlerdir.

Bu öyle sanıldığı ve savunulduğu gibi Osmanlı Devletinin kalıcılığı ve sürdürülebilirliği için başvurulmak zorunda kalınan masum bir yol, masum bir yöntem değildir.

Bu öyle bir katliamdır ki; sadece kardeşlerin değil, kardeşlerin eşlerini, varsa onların çocuklarını, amcalarını, onların eşlerini ve çocuklarını, hatta babalarını öldürmeye kadar vardırılmış canilik boyutlarında bir olaydır.

Dünya tarihinin hiçbir döneminde; kendi ailesine ve kan bağı olan akrabalarına, bu boyutlarda katliam yapan bir başka insan topluluğu, bir başka devlet yoktur, olmamıştır.

İşin en acı ve daha vahim yönü; İslami çevrelerin, kurumların ve de şahsiyetlerin, 214 yıl boyunca, bu katliamları görmezden gelmesi ya da onaylayan fetvalar vermesidir.

Ayrıca bu katliamı yapan padişahların bir kısmının da İslam halifesi olduğu unutulmamalıdır.

Tam 214 yıl kesintisiz süren bu süreç, “utanç yılları” olarak tarih sayfalarında yerini almıştır.

* * *

29 yaşında tahta geçen 3. Mehmet (1595-1603); içlerinde, kundaktaki çocukların da bulunduğu, 4'ü yetişkin, 19 kardeşini, tahta çıktığı günün gecesi boğdurtarak öldürtmüştür.

Boğularak öldürülen dört yaşındaki kardeşi Şehzade Ahmet’in; cellâtlar geldiğinde, bir mısır koçanını dişlemekte olduğu anlatılır… Şehzade Ahmet, sağır ve dilsiz cellâtlara; çocuk saflığıyla; “Darımı yememe izin verir misiniz? Darımı yiyeyim, sonra boğun beni olur mu?” demiş, ona bile izin verilmeyip, elinde darısıyla boğulmuştur.

Bir diğer rivayet odur ki; kundaktaki şehzadelerden biri, cellâtlar geldiği sırada annesinden süt emmektedir. Cellâtlar, bu minik şehzadeyi, annesinin elinden zorla alıp; boğazına çökünce; az önce emdiği süt, bebek şehzadenin burnundan gelir.

İşte “anasından emdiği süt burnundan geldi” deyiminin kaynağı bu cinayettir.

… …

Hızını alamayan 3. Mehmet, o furyada, öz oğlu şehzade Murat’ı da boğdurtur.

* * *

Ve sonuçta dünya, tüm bu cinayetlerin azmettiricisi, 3. Mehmet’e de kalmaz; 3. Mehmet de 1603 yılında, henüz 37 yaşında iken; obezitenin getirdiği sorunlar yüzünden ölür.

Yerine 13 yaşındaki oğlu I. Ahmet tahta geçer.

Aynı gün biat töreni yapıldıktan sonra 3. Mehmet’in tabutu, cenaze namazı kılınmak üzere Ayasofya'ya götürülür.

Ancak henüz 13 yaşında bir çocuk olan oğlu I. Ahmet cenazeye katılmaz.

Herkes şaşkındır.

Padişahın huzurda olmaması nedeniyle cenaze namazını kıldır(a)mayan Şeyhülislam; yanına birkaç devlet erkânını alıp, cenaze törenine davet için genç padişahın huzuruna çıkar.

Padişah I.Ahmet, Şeyhülislam’ın, babasının cenaze namazını kılmak için yaptığı davetini şu tarihi sözlerle geri çevirir.

“Taht sahibi olmak için 19 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam, babam da olsa katildir.

Ben katil bir adamın cenaze namazını kılmam. Varın siz kılın ve defnedin.”

Padişah I.Ahmet, sadece bu tarihi protestoyla da yetinmez; 214 yıldır süregelen “kardeş katli” denen bu vahşet geleneğini ve insanlık ayıbını, tümden kaldırır.