Bazı günler parklarda oturur, ağaçları, çiçekleri, güvercinleri, insanların hareketlerini seyrederim. Yine böyle seyretmeye oturduğum Valilik önündeki parkta, bir bayanın köpeğini gezdirmesi dikkatimi çekti. Köpeğini gezdiriyor, köpeği nereye giderse o da onunla gidiyordu. Köpeği bir ara durdu ve arka bacaklarını bükerek çimlerin üzerine büyük çişini yaptı. İşi bittikten sonra gitmek için harekete geçti. Daha önce köpeğini serbest gezdiren bayan bu sefer elindeki ipi ile köpeğini çekerek onu bırakmadı. Durdu, elindeki küçük torbasından bir ıslak mendil çıkardı ve köpeğinin çimlerin üzerine bıraktığı pisliği bu mendil ile aldı. Sonra ikinci bir peçeteye de sararak küçük bir naylon torbaya koydu ve çöp kutusuna attı.
*
Yine bir gün Pirbaba Parkında oturuyorum. Orada bankların olduğunu herkes bilir. Karşı bankta 6-7 genç oturmuşlar coşkulu bir şekilde hem sohbet ediyorlar, hem de ellerindeki kese kağıdından aldıkları çekirdekleri çitliyorlar.
Coşkulu bir şekilde sohbet birlikteliklerine sevindim; ancak, çekirdeklerin kabuklarını yere atarak orayı kirlettiklerine de üzüldüm. Bir, Valilik önündeki parkta bir bayanın, köpeğinin dışkısını çimlerin üzerinden alıp, küçük naylon torbayla birlikte çöp kutusuna atışı gözümün önüne geldi; bir de, gençlerin çekirdek kabuklarını yere atışlarını düşündüm.
Duramadım, yerimden kalkarak yanlarına gittim. Beni yanlarında görünce hepsi sohbeti bırakıp bana baktılar.
“Evet gençler, kepiniz pırıl pırıl gençlersiniz. Hepimiz güzel yüzlü gençlersiniz. Birlikte coşkulu bir şekilde sohbet edişiniz çok hoşuma gitti. Hep böyle var olun, sağ olun” dedim.
Benim onları övgü sözlerime hepsi gülümseyerek karşılık verdi. Gönüllerini almıştım çünkü.
“Ancak, yerlere attığınız çekirdek kabuklarının, bu güzel sohbetinizi, güler ve güzel yüzlerinizi gölgelediği kanısındayım” diyerek yanlarından ayrılıp bir başka banka oturdum.
Bir baktım gençlerin birkaçı atılan çekirdek kabuklerini elleri ile sıyırarak topluyorlar. Toplanan kabukları da yanlarındaki çöp kutusuna attılar. Sonra biri, cebinden bir kağıt mendil çıkarıp açarak ortalarına koydu ve aynı sohbete, çekirdek kabuklarını bu kağıt mendile biriktirdiler.
*
Bizim bildiğimiz adıyla Osman Savcı; Çampınarlı Çorum Haber’in köşe yazarlarından Eğitimci-Yazar Salim Savcı’nın yeğenidir. Dolayısıyla Prof. Bahri Savcı’nın da akrabasıdır.
1942 doğumlu Osman Savcı çeşitli imkansızlıklarla Üniversiteyi bitirmiş-, Yüksek Makine Teknikeri olarak, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümünde çalışırken, Çorumlu bilim adamı Prof. Dr. Sadık Kakaç’la birlikte Tübitak Araştırma Merkezinde tekniker olarak araştırma projelerine katkıları olmuştur.
Osman Savcı 1973 yılında iki çocuğu ve eşi ile birlikte Avustralya’ya göç etmiş; Prof. Dr. Sadık Kakaç’ın verdiği yeterlilik sertifikasının geçerliği ile Sydney’de NSW Üniversitesinde, onlarca Avustralyalı ve Avrupalı arasından seçilerek 1974’de kendi branşı konusunda işe başlamış, emekli oluncaya kadar Araştırmacı Teknokrat olarak aynı üniversitede öğretim üyeliği yapmıştır.
Kendi ifadesi ile Avustralya’yı ve Türkiye’yi çok sevmektedir. Mevsimler Türkiye ile Avustralya arasında ters olduğu için her yıl bahar - yaz Türkiye’de; bahar -yaz Avustralya’da yaşamaktadır.
*
Osman Savcı’nın daha önce “İyi-Kötü-Çirkin” isimli Hasan Sinan Cem ismiyle bir şiir kitabı yayımlandı. Şimdi de “Karaço” isimli kitabı ile Edebiyat Kervanına katıldı. Bu kitabını da aynı adla yayımlamış.
Kitap 104 sayfa, üç bölüm ve Ankara baskılı.
*
Osman Savcı Avustralya’da yaşarken çocuklarının ısrarıyla bir köpek alıp beklemeye başlamış. Kitabının kapağındaki “Avustralya’da Yaşayan Bir Türk Ailesinin Kelpi Cinsi Köpeklerinin Gerçek Hikayesi”nden de anlaşılacağı üzere köpeğinin hikayesini anlatıyor. Osman Savcı aldığı Kelpi cinsi köpeklerinin çok akıllı, konuşmalardan anlayan, kendi fikir ve düşüncelerini onunla konuşarak anlatmış. Bu çok akıllı köpeğe “Kara Çocuk” anlamında “Karaço” adını vermiş.
Kitap hem ‘masal’ ve hem de ‘hikaye’ özelliğni taşıyor.
Bu Karaço kitabındaki “seçkilerimi” sizlerle paylaşmak istedim. İşte Karaço’daki seçkilerim:
“Toplumlarda, değer verilen insanlar ellerinden gelenin en iyisini topluma vermeye çalışırlar. Fakat hor görülen, tepeden bakılan insanların ve hayatın tüm olumsuzlukları içerisinde ezilen insanların çevrelerine pozitif enerjili tutum ve katkılarda bulunmaları zordur.”
“Gelişmekte olan toplumlar, batı kültürünün kötü etkilerinden çok etkilenebilirler. Türkiye Avrupa Birliğine girmek için can atarken özellikle ahlaki ve aile değerleri ile ilgili özelliklerinden çok şeyler kaybetmekte, parçalanan aileler, boşanmalar çığ gibi artmakta, toplumumuz özünden çürümektedir.” “Batı kültürü parçalanan ailelere neden olunca, bundan en çok yavrularımız etkileniyor. Olanlar çocuklara oluyor.”
“Bu hikaye kitabını Türkiye’de yaşamış olsaydım belki de yazamazdım. Bana insancıl duyguları veren ikinci vatanım Avustralya’ya ne kadar teşekkür etsem azdır.”
“Sevgi ve saygı ortamında büyüyen çocuklar daha çok başarılı olur. Çünkü sıcak bir aile yuvasında yetişen çocuklar pozitif enerjilerini iyi yönde sergilerler.” “Sevgi ve saygı ortamından uzakta yetişen insanlar ruhen sağlıklı değillerdir.”
“Her şeyin başında doğruluk, dürüstlük ve çalışkanlık gelir.”
“Kendine güvenmek de başarının sırlarından birisidir.”
“Hayatta acı ve sıkıntı çekmeyenler mutluluğu takdir edemezler.”
“Saygı ile sevginin olduğu yerde her şeyin güzel olduğunu bilirim.”
“Sevgi ve saygı ortamından uzakta yetişen insanlar ruhen sağlıklı değildir. Böyle insanlar arasından her türlü kötülük çıkabilir.”
“Bir toplumda insana değer verilirse o insanlar her bakımdan kendilerini gösterir, topluma faydalı olurlar.”
SÜRECEK