Sanat eserleri, teşbih bu ya, buzdağına benzer. Okurun, dinleyenin, seyredenin gördüğü ve/veya gösterilenin hangi köklerden beslendiği çokluk saklıdır. Tıpkı buzdağının sualtında kalan onda dokuzu veya ulu bir çınarın kökleri gibi.
Haluk Oral’ın “Bir Roman Kahramanı Orhan Veli” adlı kitabını okurken yukarıdaki ifade bir altyazı olarak geçip duruyordu.
H. Oral “Birkaç Söz ve Teşekkür” başlıklı önsözüne şöyle başlamaktadır. “Elinizdeki klasik bir biyografi kitabı değildir. Çünkü Orhan Veli’nin hayat hikâyesini yazmak isteyenler, kardeşi Adnan Veli’nin şairin ölümünden üç yıl sonra yazdığı Orhan Veli İçin adlı kitabından birkaç sayfa; ölüm yıldönümlerinde dergilerde, gazetelerde yayımlanmış portre yazıları; başta Melih Cevdet Anday’ınki olmak üzere bazı anı kitaplarında geçen muhtelif rivayet ve anekdotlardan başka bir şey bulamazlar. Bütün bu kaynakları bir araya getirirseniz ancak beş on sayfa tutar.”
İşte bu noktada Haluk Oral’dan söz etmemiz gerekir. Sözü Doğan Hızlan’a bırakalım. “Haluk Oral, sıradan bir koleksiyoncu, belgeleri tozlu raflarda saklayan klasik bir arşivci değildir. Onun için her yeni belge, koleksiyona kattığı her parça, yeni bir çalışmanın tahrikçisidir.”
Bu anlayışın ışığında Haluk Oral, gerek kendi koleksiyonundan, gerekse Orhan Veli arşivindeki belgelerle şairin kısa hayatının az bilinen, daha da önemlisi yanlış bilinen dönemlerini edebiyat tarihimize ve edebiyat sevenlere armağan etmektedir.
Çocukluk şüphesiz hayatlarımızın derin köküdür. O kişi bir sanatçıysa hele o kökün önem ve değeri daha bir anlam kazanacaktır. Ömrün akışında birbiriyle kesişen hayatlar, içinden ırmak geçen kentlere, denizle buluşan nehirlere benzerler. Ya denizini bulamayan ırmaklar…
“Bir kitap okudum hayatım değişti” derler. Hayatlarımızın kesiştiği öyle insanlar vardır ki bizi zenginleştiren, akış yönümüzü ve hızımızı değiştiren isimlerdir. Kesişen ve örtüşen hayatlar, yazıdan geçerken ırmağa renk veren mineraller gibidir. Kızılırmak’a rengini veren topraklar gibi.
H. Oral, Orhan Veli’nin yakın çevresine giren fotoğraflara büyüteç tuttukça, hayatında önemli roller oynamış insanların çoğunun unutulmuş, unutulmaya yüz tutmuş ya da hiç bilinmeyen insanlar olduğunu görür.
İstanbul, içinden deniz geçen bir kenttir. Ve İstanbul Beykoz’da başlayan hayat yolculuğu ona denizin getirilerini armağan edecektir. İlkokulu dördüncü sınıfa kadar Galatasaray Lisesi’nde okur ve Ankara Gazi İlkokulu’nda öğrenimine devam eder. Edebiyat ve sanata olan düşkünlüğü o yıllarda kendini gösterir. Ona cesaret veren öğretmeni Sedat Bey’dir. Okul dışındaki hayatı kütüphanelerde geçmektedir.
Hayatının kesiştiği isimler ise Türk kültür ve edebiyat dünyasının seçkinleridir. Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ercüment Behzat Lav, Sabahattin Eyuboğlu, Erol Güney, Bella, Yahya Kemal, Nazım Hikmet, Nahit Hanım (Gelenbevi), Fuat Ömer Keskinoğlu, Meziyet Bölükbaşı, Halim Şefik Güzelson, Abidin Dino, Mina Urgan.
Orhan Veli’nin düzyazıdan şiire dönüşünde ondan iki sınıf önde olan Hıfzı Oğuz Bekata’nın etkisini Adnan Veli yazmaktadır. Yetişmesinde katkısı olan iki edebiyat öğretmeni vardır. Ahmet Hamdi Tanpınar ile Rıfkı Melûl Meriç… Orhan Veli daha lise birinci sınıf öğrencisiyken okulun Mecmua ve Müsamere Heyetlerinde yer almaktadır.
Çocukluğundan başlayarak Orhan Veli’nin hayat yolculuğunda tiyatronun ayrı bir yeri vardır. Lise yıllarında yazdığı tek perdelik komedi temsil metni Ankara Erkek Lisesi Mecmua Heyeti tarafından yayınlanan Sesimiz adlı dergine yayımlanır. Liseyi Ankara’da okurken yaz tatillerini İstanbul’da geçiren Orhan Veli 16-17 yaşlarında “Dr. İhsan” adlı iki perdelik bir oyun yazar. İlerde tiyatro çevirileriyle edebiyatımıza değerli katkılar yapacaktır.
Denizini bulmayan ırmak…
Denizini bulamayan ırmak demiştim yukarıda. Orhan Veli’nin yazamadığı roman ise “Dünyalarının Dışında” olarak isim verdiği hayalidir. Kapağını bile tasarlayıp çizdiği bir roman.
“Giderayak” adlı şiiri şu dizelerle biter. “Yoksa biz… / Biz bu dünyadan değil miydik?” Haluk Oral, Metinler arası ilişki bağlamında mektuplarında anlattığı roman kahramanlarından ve “Giderayak” adlı şiirinden hareketle, “Orhan Veli bir bakıma “Tutunamayanlar”ın romanını yazıyordu” diye düşünecek ve “Türk edebiyatının yazılmamış en güzel romanı bu” diyecektir.
“Tutunamayanlar” adlı romanının yayımlanışından birkaç yıl sonra Oğuz Atay, Orhan Veli’nin ölümünün 25. Yılında yazdığı bir makalede (Bir ‘Garip’ Orhan Veli, Yeni Ortam, 14 Kasım 1975) Orhan Veli’nin şiirlerinde anlattığı Montör Sabri’ler, Süleyman Efendi’ler, Dalgacı Mahmut’lar gibi gerçek bir tutunamayan olduğunu söyleyecektir.
Tanpınar da 1947’de Varlık Dergisi’ndeki bir söyleşisinde Altındağ şiiriyle ilgili bir roman temennisinde bulunarak, “Orhan, Altındağ’ın romanını yazdığı zaman daha mesut olacağım” diyecektir.
Haluk Oral 15 yıllık bir araştırmanın ürünü olan kitabında Orhan Veli’nin şiirlerinin hangi köklerden beslendiğini anlatırken birçok şiirini bambaşka bir gözle okumamızı sağlamaktadır.
Hilmi Yavuz’un, kitap hakkındaki şu sözleriyle bitirelim yazımızı. “Edebiyat tarihi bağlamında, bugüne değin hiçbir Türk şairi ya da yazarı için yapılmamış bir ‘mikro tarih' çalışması!”