Sonuçlar üzerinde debelenip, patinaj çekmek, başka toplumları bilmem ama Türkiye’de hemen her alanda gördüğümüz bir algı ve ifade biçimi. Çünkü sebep-sonuç ilişkisi bağlamında olguları değerlendiren bir akla genel olarak sahip değiliz.

Kadın cinayetleri, çocuk cinayetleri, iş kazası diye istatistiklere giren işçi cinayetleri…

Toplum şehit haberlerini kanıksadığı gibi bu cinayetlere de alıştı, alışacak neredeyse…

Sebep-sonuç bağlamında olgulara bakılamadığından, ayrıca duygusal toplum olmamız nedeniyle ilk tepkiler oldukça sert olsa da devamı gelmiyor. Cinayetler ise gırla gidiyor.

Büyük fotoğrafa bakarsak bir organize kötülükle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.

İtirazları duyar gibiyim. “Bu katiller bir örgüt üyesi mi yani?”

O zaman hayata, hayatlarımıza geniş bir açıyla bakalım mı?

Değerli dostum, arkadaşım Dilek Çeki’nin sosyal medyadaki sayfasında paylaştığını beraberce okuyalım.

“Her yanımızı şiddet sarmış ve biz bu şiddeti can almaya kadar uzandığında fark edebiliyoruz…

Oysa TV kanallarında izlediğimiz hemen hemen her türlü yarışma programında şiddetin farklı şekillerini görebilirsiniz.

Master Chef… Yemekteyiz... Doya doya Moda… Kuaförüm sensin… İlk aklıma gelenler…

Azarlamak… Aşağılamak, terslemek… Hakaret etmek bu programlar sayesinde neredeyse olağan ve hatta "Vayy be" dedirtecek kadar da hoşa gider oldu… Eskiden insanlar birbirini kırmaktan incitmekten çekinirdi ve inanın ki hayat daha güzeldi…

Mehmet şef sürekli asabi gergin bir suratla bağırarak çağırarak ve hatta küçümseyerek kötü bir enerji yaymıyor mu? Neymiş çok iyi şefler yetişecekmiş… O insanların ki onları da anlamam imkânsız… 82 milyonun önünde azarlanması acaba nasıl bir travmadır düşünemiyorum...

Ve eğer enerjilerle bir parça ilgiliyseniz yayılan negatifin nasıl ondan ona geçerek çoğaldığını da çok iyi bilirsiniz. Ülkemiz tam bir çıldırmanın eşiğinde… Bülent Ersoy adeta böğürüyor o her şeyi bilen edasıyla "öyle topuz olmaz efendim"… O bir kademe daha önde çünkü diğer jüri üyelerini de tersleyerek ter ter tepiniyor... "ollllmaz öyle şey” diye...

Egolar tavan yapmış, Narsistlik almış başını yürümüş… Bu saygısızlık ve sevgisizlik insanları ezmek kendini biraz daha önemsetmek için kullanılır olmuş… İşin en acı tarafı da yeni neslin bu örneklerle hayatı tanıması…

Şiddete hayır diyorsak bunlara da hayır diyelim… Şiddet sevgisizlikle, saygısızlıkla bencillikle ve hatta hainlikle beslenen bir durum. Benim örnek olarak yazdıklarım da masum gibi görüneni ama inanın derin acılar ve öfkeler yaratıyor... Ve ilerisi için ciddi tehlikeleri var... Çünkü sevmeyi ve anlamayı unutturuyor… Oluşturduğu öfke ancak intikamla rahatlayabiliyor… Ve elbette bütün değerlerimizi de yok ediyor… Yapıcı değil... Onarıcı hiç değil…

Şiddeti olağan hale getiren her şeyi hayatımızdan silmedikçe normalleşemeyiz... Normalleşemeyeceğiz…

Nezaketli insanlar dilerim hayatınızda, içinizin ısınması umutlarınızın artması, yaşam enerjinizin çoğalması için…”

Dilek Çeki’nin son dönem TV yayınlarında yaptığı ufuk turuna ben de 20 yıl öncesinden bir fotoğraf eklemek isterim.

İhtimal yıl 2000… Eve yeni girmiş ve kabanımı daha çıkarmadan televizyonda çizgi film izleyen oğluma seslenmiştim, “Güzel oğlum, günün nasıl geçti…”

Bunu söylerken de Oğulcan ile televizyon arasına girmiştim. Oğulcan’ın tepkisi çok sert oldu. “Çekil, baba… Adamın kolu koptu, kafasına kesecekti…”

Arkama dönüp de televizyona baktığımda eli kılıçlı bir adamın birisini kovaladığını…

Sadece sustum ve usulca mutfağa geçtim. Kaban hâlâ omuzlarımda bir sigara yaktım. Çocukların izlediği çizgi filmlerde onlara gösterilen davranış biçimi şiddetti. Kafa kol kesen bir şiddet… Bugün o çocuklar otuzlu yaşlara geldiler.

Ya halka izletilen dizi filmlerdeki şiddet… Ya sinema filmlerindeki şiddet. İçinde şiddet ögesi olmayan film kaldı mı? Yediden yetmişe o filmleri izleyen bir toplum, ayrıca çocukların ve gençlerin oynadıkları bilgisayar oyunlarındaki şiddet… Yetişkinler bu gerçeğin ne denli farkındalar acaba? Çocuk oyalansın da bana bulaşmasın da diyen bir adam sendecilik…

Siz şiddeti doğal bir davranış olarak topluma çocuklardan yetişkinlere dayatırsanız yukarıda söylediğim organize şiddetin temellerini atarsınız. İnsanın kılcal damarlarında gezinir o şiddet.

Erich Fromm “Sevginin ve Şiddetin Kaynağı” adlı eserinde sadizme vurgu yapar. Ona göre, sadizmin özü ilk bakışta görüldüğünün aksine “başkalarına acı vermek” değil, “egemenlik kurma” arzusudur.

“Sadizmin gözlenebilen tüm değişik türleri tek bir temel dürtüye dayanır. Başka birisinin üzerinde tam bir egemenlik kurmak, onu isteklerimizin çaresiz nesnesi durumuna sokmak onun tanrısı olmak, onunla istediğimiz gibi oynayabilmek. O insanı aşağılamak, tutsak etmek asıl amaca giden yollardır.”

… “Eğlencelerimizde öldürmenin oynadığı rolü bir düşünelim” der Fromm, “Filmler, resimli öyküler, gazeteler (Televizyon yayınları, bilgisayar oyunları G.E.) heyecan yüklüdür; çünkü yıkım, sadizm ve kaba şiddetle doludurlar.” … “Milyonlarca insan için öldürmeyle ilgili olayları seyretmek ya da öyküleri okumak ölçüsünde hiçbir şey heyecanlandırmaz onları.”

Ülkemizin yetiştirdiği insanbilimci (antropolog) Bozkurt Güvenç “İnsan ve Kültür” adlı kitabında “İnsan medenileştikçe yozlaşmakta, doğaya ve kendi doğasına yabancılaşmaktadır” demektedir.

Bizim bu yaklaşımdaki “medenileşmek” ifadesine itirazımız olacak. Medeniyet ile gelişen teknolojiyi özdeş göremiyorum. Gelişen teknoloji egemen güçlerin kendi iktidarlarını pekiştirmek için halkla oyuncak hamuru gibi oynamalarını kolaylaştırmıştır. Hele internet denen o teknoloji uzaydan insanların üzerine serpme bir ağ gibi atıldığında Yeni Köleci Çağ olan 21. yüzyılın trajedisi bütün dehşetiyle yaşanmaktadır. Yeni köleci çağın antik köleci çağdan farkı 21. yüzyılın köleleri ne yazık ki köle olduklarının farkında değiller.

Nice uygarlıklar kuran insanlık ve toplumsal akıl bize dayatılan organize kötülüğe karşı çıkmadığı sürece her türlü şiddet hayatlarımızı kuşatmaya devam edecektir. 21. Yüzyılın köleleri birleşin…