Gülse Birsel’in harika cümlesini not etmiştim, ama Ertuğrul Özkök benden önce değerlendirdi:
“Herkes elindeki hakareti yavaşça yere bıraksın!”
Daha güzel nasıl anlatılır?
Gerçekten sağduyu bunu gerektiriyor, akıl bunu öngörüyor.
Kadim dost Agah Kafkas’ın deyişiyle, artık tüm ezberler bozuldu.
Kutuplaşmanın, kutuplaştırmanın “akıl işi” olmadığı, toplum olarak, eksiksiz “demokrasi cephesi”nde buluşmamız gerektiği gerçeği gözler önüne serildi.
Ortak paydalarımızın, hiç tartışmasız, “vatan, bayrak, demokrasi” olduğu gerçeği de…
*
Tabii, herkesin şapkasını önüne koyup “özeleştiri” yapmasının da tam zamanı.
Bu sütunlarda, İslamiyet’in yalnızca “ibadet”e indirgenişinden çok yakındık.
Neredeydi İslam’ın güzel ahlâkı, adaleti, merhameti, dürüstlüğü, insan sevgisi?...
İbadet, bütün bunların üstünü örtebiliyor muydu?
İnsanın “özü” değil miydi Allah katında da makbul olan?
Ve lâyık olanın yerine, “abdestli-namazlı” veya “Kâbesi-kıblesi var” diye lâyık olmayanı işe almak, terfi ettirmek, büyük vebal değil miydi?
Bugün, bütün bunların da muhasebesini yapmak durumunda değil miyiz?
*
Cumhuriyetin fabrika ayarlarına dönülmesi gerektiğini de yazmıştık bu sütunlarda; laikliğin, inanç özgürlüğünün gerçek güvencesi olduğunu da…
Yıllarca beyin yıkayanlar, beyni yıkananlar, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamamakta ısrar edenler, yüreklerindeki nefreti şöylece bir kenara koyup, akılla, iz’anla birazcık düşünebilirler mi acaba?
İşte o zaman tek yürek, tek ses, tek nefes oluruz.
İşte o zaman kimsenin gücü yetmez bu millete.
Daha doğrusu, işte o zaman “millet” oluruz.
Zor değil.
Gülse Birsel’in dediği gibi, herkes elindeki hakareti yavaşça yere bırakırken, önyargılarını da bırakıversin…
Kendisi gibi düşünmeyenleri de anlamaya çalışıversin…