Üzerinde yaşadığımız dünya, ruhun bütün şartlarını ve isteklerini eksiksiz yaşayabileceği bir iklimi üzerinde barındıracak şekilde yaratılmamıştır. Geçici bir süre için insan bedeninde bulunan ruhun, ra hat ve huzuru için eninde sonunda Allah'a (C.C) dönmesi, Hayy isminden gelen bir solukla canlılığını devam ettirmesi ve sonsuz olan âhiret hayatının başlaması, öldükten sonra dirilmek anlamına gelmek tedir. Öldükten sonra dirilmeye ve Kıyamet Gününe inanmak, imanın Allah'a imandan sonra en önem li umdelerinden olup bunun inkârı, insanı küfre götürmekle, sadece âhiret hayatını ebedî cehennem yapmakla kalmaz. Aynı zamanda kendine ve mensubu olduğu topluma da sayısız zararlar verir. Hile, yalan, nifak, fitne, irtikap, rüşvet, haksızlık, zulüm, cana, mala ve namuslara tecavüz, mazlumlara ta arruz ve tasallut gibi suçlar en çok; öldükten sonraki hayatın özellikle hesabın düşüncesinden ve inan, cından mahrum olanlarda bulunur. Bunun içindir ki; Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de, "Vaktini gizli tut mak istediğim kıyamet, herkesin yaptığı ile cezalanması için muhakkak gelecektir, hevasına uyup da ona inanmayanlar kıyameti tasdikten seni alıkoymasın ki (bu yüzden) helak olursun" (1) buyurmak suretiyle âhireti tasdik etmeyenlerin felaketlerine sebeb teşkil edecek her türlü günahları işleyebileceklerine işaret etmektedir.
Şüphesiz dirilmeye, hesaba, cennet ve cehennem gibi âhiret ahvaline inanmak ve nesilleri inandır-mak, hiçbir güç kullanmadan ve masraf yapmadan toplumları kemiren birçok muzır ve müzmin cürüm ve cinayetlerin önlenmesini sağlayacak, en azından yardımcı olacaktır. Sevgili Peygamberimiz duaları arasında,"Rabbim sana kavuşmak, cennet, cehennem ve kıyamet haktır" (2) cümlelerini söyle mek ve tekrarlanmakla bu inancın canlı ve zinde tutulması konusunda bizlere örnek olmuşlardır.
Diğer canlılar ve bitkiler gibi yok olup gitmeyeceğine, bu dünya ile hayatının bitmeyeceğine inanan ve bu fani alemden sonra baki âlemin bulunduğu itikadını taşıyan insanda, doğuştan beka duygusu ve ebediyet düşüncesi ve hattâ ebediyet aşkı mevcuttur. Kendisine dünyada kısmen ve çok cüz'i olarak verilen nimetler, âhiret inancıyla kullanılır ve Allah'a itaatla şükürleri ifâ edilirse, âhirette tamamlana cak ve ikmal edilecektir. Âhiretin ziraat tarlası durumunda olan dünyada yapılan işlerin z'ay ve zail ol mayacağını bilen mü'min, Allah'a inancının gereği itaati asli vazife kabul eden insandır. Bu insan, ve rim elde etmek, ürün almak için tarla süren, tohum eken, gübre veren, bahçe sulayan, yine böylece kış aylarında bunalıma düşmemek için gıda ve yakıt gibi ihtiyaçlarını yazdan karşılayan ve hazırlayan, ihtiyarlık zamanında merde ve nâmerde muhtaç olmamak için gençliğini israf ve heder etmeyen, boşa geçirmeyen ve en iyi şekilde değerlendiren, bunları yaparken de, bunlara nisbetle uzak gibi görünen fakat gerçekte -örneklerinden de anlaşılacağı üzere- çok yakın olan âhiret hayatı için, büyük hesap günü için hazırlıklı olan akıllı ve imanlı bir kişidir.
Hutbemizi Hz. Ali'nin şu sözleriyle bitirelim: "Dünya bir sona doğru başını alıp gitmekte, âhiret ise koşarak bize doğru gelmektedir. İnsanlar arasında dünyanın da âhiretin de talipleri vardır. Siz âhirete talip olmaya bakın, eyyamcı olmayın. Bugün hesap günü değil, iş günüdür. Ama ya rın artık iş yok, yalnız hesap vardır." (3)

1- Tâha Suresi, ayet 15,16 Tefsir Kadı Beydavi C.2, S.52
2-Tcr, Ter. 2.C, S.710
3- Mutlu Bir Son için: Y. KANDEMİR s.12