Okumak, bir kültürdür.

Ancak biz, okuma özürlü bir toplumuz. Okumuyoruz.

Okuma özürlü olduğumuz için de “anlama ve algılama” güçlüğü yaşıyoruz.

“Anlama ve algılama güçlüğümüz” nedeniyle de huzursuz, huysuz, hırçın ve hoyratız.

Bu kötü huylarımız da pek çok kötü alışkanlığımızı, beraberinde taşıyor. Peşin hükümlüyüz.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyoruz.

Kraldan fazla kralcıyız.

Dayatmacıyız.

Benciliz.

Demokrasiyi tramvay olarak algılıyor; ineceğimiz günü, saati bekliyoruz.

* * *

Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın özellikleri gereği, bitmek tükenmek bilmeyen sıkıntılarımız, sorunlarımız var.

Bu sorunlar yetmiyor; üstüne üstlük kendi kendimize de yapay sorunlar yaratıyoruz.

“Türban sorunu” da, kendi kendimize yarattığımız, yapay sorunlardan biri…

Bu sorun, beni çok üzüyor ve çok rahatsız ediyor.

Gazeteleri okuyorum ayrı üzülüyorum; televizyonlarda, tartışma programlarında, gençlerin birbirlerine karşı konuşmalarını, tavırlarını görüyor ayrı üzülüyorum. Yazılarıma, cahilce, küstahça iletiler geliyor, onlara ayrı üzülüyorum.

Yazılarımda ben “Hanya” diyorum, birileri çıkıyor “Konya dedin, sen değil mi!?... Hımmmm!!!!...” diyor.

* * *

Bakın buraya bir kez daha yazıyorum.

BEN, TÜRBANA KARŞI DEĞİLİM.

18 YAŞINI BİTİRİP, ERGİN OLMUŞ BİR KİŞİ, DİLEDİĞİ GİBİ GİYİNİR.

Buraya kadar tamam mı?

Anlaşıldı mı?

Anlaşıldı…

Peki, neye karşıyım

Dayatmaya karşıyım.

“Sen de benim gibi örtüneceksin, herkes örtünecek…” denmesine karşıyım.

Yoksul genç kızların, 300 TL burs karşılığında, “örtünmeye zorlanmasına, türbanlanmasına, çarşaflanmasına” karşıyım.

Türbana, türban dendiği zaman; birilerinin “Hayır!... bu türban değil, başörtüsü” demesine karşıyım.

Külhanbeyi ağzıyla, “velev ki…” yle başlayan tümceler kuranlara karşıyım.

Tanrı’yla, kul arasına girilmesine karşıyım.

Dinin siyasete alet edilmesine karşıyım.

İslamiyet’in ve Tanrı buyruğunun (Kuran) saptırılmasına karşıyım.

Tanrı buyruğunda, saçın örtünmesiyle ilgili tek bir hüküm olmamasına karşın; “örtünmek Tanrı kelamıdır” denmesine karşıyım.

Müslümanlıkla, Araplaşmanın birbirine karıştırılmasına karşıyım.

Bilimgüder (laik) Türkiye Cumhuriyetinin, din devletine dönüştürülmesine karşıyım.

Atatürk Gençliğini de kendileri gibi kör ve aptal sananların söylemlerine karşıyım.

* * *

Hakan Ziya Güneş adlı okurum, “7,4 Yetmedi mi?” adlı yazıma gönderdiği (baştan sona yazım hatalarıyla dolu) yorumda;

“Siz önce dininizi açıklar mısınız? Hıristiyan mısınız, Musevi misiniz yoksa Müslüman mısınız? Müslüman’ım diyorsanız, öncelikle sürekli kullandığınız ‘Tanrı’ kelimesinin, Müslümanlıkta hiçbir anlam ifade etmediğini bilmeniz gerekir. Hıristiyan ve Musevilerde bir anlam taşıyan ve Kuran’da hiç geçmeyen bu ‘Tanrı’ kavramını, yanlışla bile olsa kullanmanız, sizin….” diyor.

Cehaleti görüyor musunuz?

Şimdi ben de soruyorum.

Canım kardeşim, güzel kardeşim!... Peki, sen Türk müsün, Arap mısın? Ulusunun ses bayrağı olan anadilin, Türkçe mi, Arapça mı?...

!!??...

Ben Türk’üm canım kardeşim, ben Türk’üm…

Dilim de Türkçe…

Bu uçsuz bucaksın evreni yaratan ve bu evrenin tek sahibi yüce Yaradan’a, Türkçe’de “Tanrı” deniyor.

Benim anadilim de Türkçe olduğu için, o yüce Yaradan’a, “Tanrı’m” diye de sesleniyorum.

İngiliz, “God” diyor, Kızılderili “Manitu”…

Arap kıçı yalamaktan özenle kaçınan biz Türkler de “Tanrı” diyoruz.

Bir şey daha… Tanrıbuyruğu (Kuran), Arapça yazılmıştır canım kardeşim. O nedenle Tanrıbuyruğu’nda, “Tanrı” yazmaz, “God” yazmaz, “Manitu” yazmaz…

* * *

Adını yazma yürekliliğini bile gösteremeyen bir diğer okurum da; aynı yazıma gönderdiği iletide, “Siz Kur’an okumazsınız, okursanız da kendiniz gibi olan kişilerin meallerini okursunuz. Gerçek bir laik gibi davransanız da, bu işlerde konuşma hakkını, diyanete bıraksanız…” diyor.

Şimdi bu iletiye karşı çok şey söyler, çok şey yazardım da, neyse… Bazen susmak da çok şey söylemektir.

Şimdi… İsimsiz kardeşim, güzel kardeşim, lütfen bırakın bu tür imalı ağızları. Bunlar hoş ifadeler değil, boş ifadeler.

Olanağın olur da geriye dönüp, yazılarımı tekrar, dikkatlice ve anlamak için okursan, bu ifadenin talihsiz bir ifade olduğunu anlarsın.

Bu işi diyanete bırakma konusuna gelince de; Diyanet, bu konularda sessiz kalıp, yorum yapmamayı yeğliyor canım kardeşim.

Nitekim Prof. Dr. Zekeriya Beyaz da “İslam ve Giyim Kuşam” adlı kitabında, bu konuya ilişkin olarak, şöyle diyor, “Ülkemizde sayısını bilmediğimiz kadar çok sayıda İlahiyat Fakültesi var. Kimse de ortaya çıkıp, ‘Hayır siz yanlış tercüme diyorsunuz, bu sözcük şu anlama gelir, şu sözcüğün o tarihteki anlamı buydu…’ demiyor ya da diyemiyor.”

Evet… Diyanet, bu konuda suskun kalmayı yeğliyor. Bunun nedenini de siz de, ben de, hepimiz de biliyoruz.

Ancak sizleri ne denli tatmin eder bilmiyorum ama; 14 Şubat 2008 tarihinde, Aksaray İl Müftülüğü’nce, düzenlenen “Dindarlık anlayışımız ve Kadın” konulu konferansta, Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Müdürü Ayşe Sucu, şunları söyledi:

“… Kuran-ı Kerim’de başörtüsü ilgili ayetlerde örtünme şekliyle ilgili bir açılım yok. ‘İlla şöyle örtüneceksin, pardösü giyeceksin, şalvar giyeceksin’ diye bir ibare var mı, yok.

Türkiye’de yıllardır her insanı, kendimiz gibi görmek istiyoruz. Asıl olan örtünmek midir, yoksa o örtünün arkasındaki manayı idrak ederek, o bilinci oluşturmak mıdır?

Başörtüsü ve giyim, coğrafyayla, iklimle, örfle, adetle ilintili bir konudur. Bir kadın kendisini nasıl dindar hissediyorsa, kendisini öyle ifade etmesi gerekir. Giyeceği kıyafet kadının kendisine bırakılmıştır.

‘Başını örten namuslu, başını açan namussuz’, sakın böyle bir yargıya varmayalım İnsanın namusu, iffeti, ahlakı, kılık kıyafet üzerine bina edilemez. Nitekim Diyanet İşleri Başkanımız da bunu açıkladı. Başörtüsü, İslam’ın ön şartı değildir…”

Evet… Bir diyanet yetkilisi olan Ayşe Sucu, bunları söylüyor.

* * *

Özet…

Dileyen, dilediği gibi giyinsin ama kimse kimseyi, kendileri gibi giyinmeye zorlamasın.

Herkes Tanrı buyruğunu kendi anladığı dilde okuyup, anlamaya çalışsın, doğru yorum yapsın.

Bakın etrafınıza; ülkemiz dışında, kalkınmış tek bir İslam devleti var mı?

İslamiyet’in doya doya, huzur içinde yaşandığı tek devlet biziz. Bunu da bilimgüderliğimize (laik) borçluyuz.

Yazık etmeyin bu ülkeye.

Bu ülkenin çok daha önemli sorunları var.