Önceki yazımızda Psikolog Martin Seligman tarafından geliştirilen “Öğrenilmiş çaresizlik” kavramını tanıtıp bununla ilgili hayvanlar üzerinde yapılan deneyler ve sonuçlarından söz etmiştik. Bu kavramı, “çevresinde gelişen olayları olduğu gibi kabul edip, ne yaparsa yapsın değiştiremeyeceği inancının bilince kazınıp yerleşmesi ve kurtulmak için hiçbir çaba gösterilmemesi durumu” olarak tanımlamıştık.

Elbette çaresiz durumlar olabilir ama çoğunlukla, çaresizlik kavramı fiziksel koşullardan ziyade bizim onları nasıl algıladığımızla ilgili. O nedenle, mücadeleyi bırakıp olacaklara kuzu kuzu razı olmak yerine; isyan bayrağını açıp sonuna kadar direnmeyi öğrenmek gerekir.

Peki ama "Öğrenilmiş çaresizlik" hissine nasıl direnç gösterilebiliriz? Bu etkiyi zayıflatacak faktörler var mı?

Bu konuda da veriler var:

Öğrenilmiş çaresizlik duygusu yerleşmiş B grubu köpeklerine ödül veya tehdit işe yaramayıp onları çaresizlik içinde çekildikleri köşelerinden çıkartamıyor. Ancak, köpekleri hareket ettirmek, kaldırıp yürüterek kafesten çıkabileceklerini göstermek, kritik bir fark yaratıyor. Yani kendi başlarına bir şey yapabileceklerini deneyimlemek öğrenilmiş çaresizliği kırabiliyor. Elektrik şoku verildiğinde, yeniden kafesten kaçıp kurtulma davranışı göstermeye başlıyorlar.

Öğrenilmiş çaresizlik durumunun insanlarda da diğer canlılara benzer şekilde kendini gösterdiği düşünülüyor. Üstelik insanlarda çaresizlik algısına direnmenin başka yolları da var. İlkine kısaca “mahalle baskısı” diyebiliriz; ikincisi ise “oyunbozan etkisi.”

Psikolog Solomon Asch'in 1950lerdeki deneyleri, bir tür "mahalle baskısı"nın bireyin davranışlarını değiştireceğini göstermişti. Deneylerden birinde “soldaki çizgi, sağdaki üç çizgiden hangisiyle eşit uzunluktadır?” diye soruluyor ve doğru yanıtın C olduğu açık. Denekler yalnızken, bu soruya %99 doğru yanıt veriyorlar ama grup halindeyken durum değişiyor. Çünkü ilk üç birey kasıtlı olarak B seçeneğini söyleyince deneklerden dört tanesinin üçü de diğerlerine uyarak doğru olan C yerine yanlış olan B seçeneğini söylüyor. Yani, öyle görünüyor ki, gruba uymak/uymamak konusunda bir cezai yaptırım olmadığı halde, hissettikleri sosyal baskı denekleri bile bile yanlış cevap vermeye zorluyor. İşte bu da “mahalle baskısı” olarak adlandırılıyor.

Diğer etken olan “oyunbozan etkisi”ne gelince: Danışıklı üç bireyden ilk ikisi soruyu kasıtlı olarak yanlış yanıtlarken, üçüncü doğrusunu söylüyor. İlk iki bireyle birlikte yanlış yanıt vermeye hazırlanan deneğimiz ise üçüncünün doğruyu söylemesi üzerine hemen fikir değiştirip doğru yanıtı söylüyor. Bireylerden tek birisi bile doğru cevabı verdiği anda, bile bile yanlış cevabı verecek olan deneğin üzerindeki baskı kırılıyor ve deneklerin kendileri de ~%95 oranında doğru cevabı seçmeye başlıyorlar. İşte bu durum da “oyunbozanlık etkisi”ni ortaya çıkarıyor. Yani tek bir oyunbozan bile "kral çıplak" diyebildiğinde, bireyler üzerindeki mahalle baskısı etkisi kırılabiliyor.

Bir şeyleri değiştirmek için çabalayıp yine de kaybedebiliriz. Ama çaresizliği kabullenirsek, daha yaşanılır bir dünya kuramayacağımız kesin. Bunu sağlamak için de “kral çıplak” diyebilme cesaretini kendinde bulan ve bu uğurda gerekirse canını feda etmeyi göze alan insan gibi insanlara ihtiyacımız var.

İnşallah, bir yerlerde o insanlardan halâ vardır.

DÜŞÜNEN SÖZLER:

Kötülüğün zaferi için gereken tek şey iyi kişilerin hiçbir şey yapmamasıdır. Edmund Burke

Yaşamanın amacı, hoşa gitmeyen şeylerden kaçmak değil, hoşa gitmeyen şeyleri yenmektir. F. W. Foerster

Güce boyun eğenin sırtına binilir. Artık ona lazım olan bir semerdir. Dr. Ali Çınar

Yenilgi eğitimden başka bir şey değildir. WENDELL PHILIPS

Mücadele eden yenilgiye uğrayabilir; mücadele etmeyen ise zaten yenilmiştir. BERTOD BRECHT