Bilen bilir, Alman ve Dünya Futbolu’nun efsane futbolcularından biriydi o.

Yetmişli yıllarda formunun doruğundaydı.

Başarıdan başarıya koşan, kazanmadık, kaldırmadık kupa bırakmayan, yakışıklı, gösterişli bir futbolcuydu. Futbol için yaratılmıştı sanki.

Futbol, her şeydi onun için.

Erken evlenmiş, üç çocuğu olmuştu.

Ama önceliği, hep futbol oldu.

Oğlu Stefan da babasına özenmiş, o da futbolcu olmuştu.

Stefan da babası gibi başarılı bir futbolcuydu. Oynadığı gençler liginde; o da babası gibi goller atmakta, kupa üzerine kupa kaldırmaktaydı.

Stefan’ın gözleri, her gol attığında, her kupa kaldırdığında tribünlerde babasını arardı. Ama o tribünlerde, babasını hiç göremedi.

Babası o tribünlere zaman ayıramayacak kadar yoğun, o tribünlere sığamayacak kadar büyüktü.

Oysa arkadaşlarının babaları hep tribünlerde olur, çocuklarını alkışlar, onların sevinçlerini paylaşırlardı.

Stefan goller attı, kupalar kaldırdı, başarıdan başarıya koştu. Ama o anlarında, yanında olmasını istediği babası, hiç yanında olmadı.

* * *

Beckenbauer, futbolu bırakınca Alman Futbolunun başına geçti.

Başarılar, kupalar, şan, şöhret yine onunlaydı.

Bu kez de teknik direktör olarak, Avrupa ve Dünya Şampiyonlukları yaşıyordu.

Tüm Almanya, tüm Dünya onu konuşuyordu.

Dünya Spor Kamuoyu, onu dilinden düşürmüyor; tüm gazeteler onu izliyor, onu yazıyordu..

Kırklı yaşlara ulaşınca, yorulduğunu hissetti.

Futbolu bırakıp, evine dönme, o güne değin futboldan fırsat bulup yaşayamadığı aile mutluluğunu, evinde yaşama kararını aldı.

Beckenbauer’in bu kararı, en çok oğul Stefan’ı mutlu etmişti.

Stefan, baba kokusunun güzelliğini; kendisi on sekiz, babası kırk iki yaşına geldiğinde tadabiliyordu.

Çok güzeldi baba kokusu.

Her fırsatta babasına yanaşıyor, kimselere hissettirmeden babasını kokluyordu.

* * *

Beckenbauer de mutluydu.

Hayal ettiği mutluluğu, gecikmeli de olsa yaşamaya başlamıştı.

Ama bu mutluluğu kısa sürdü.

Oğlu Stefan kanserdi.

Tüm dostlarını, tüm çevresini devreye soktu.

Oğlu Stefan’ı, Avrupa’dan Amerika'ya değin muayene ettirmediği doktor kalmadı.

Tüm tanılar olumsuzdu.

Stefan, gözlerinin önünde eriyordu.

Son bir umutla gittikleri Fransa'daki hastanenin merdivenlerini çıkarken, merdivenlere yığıldı kaldı Stefan.

Büyük bir panikle, oğluna sarıldı Beckenbauer, ayağa kaldırmak istedi.

Olmadı, beceremedi.

O an oğlunun yüzünde, o güne değin hiç görmediği bir ifadeyi gördü.

“Buraya kadarmış baba, buraya kadar….” dedi, oğul Stefan.

İkisinin de gözlerinden sicim gibi gözyaşı akıyordu.

Stefan son bir gayretle doğrulmaya çalıştı.

“Biliyor musun Baba, senin kaldırdığın kupaları biz hiç sevmedik. Annem, sen kupa kaldıracağın zaman hemen kapatırdı televizyonu. Biz senin kupalarını da şampiyonluklarını da hiç sevmedik baba…" dedi.
O güne değin bir dediği iki edilmeyen, dünya futbolunun yıldızı koskoca Beckenbauer; Fransa'da, bir hastane merdiveninde oğlunun bu sözleri üzerine hüngür, hüngür ağlamaya başladı.
Üç ay sonra da Stefan’ı kaybetti.

Aylarca evine kapandı, kimseyle görüşmedi.

Neden sonra kendisiyle konuşma fırsatı bulanlara şunları söyledi bir devrin futbol devi Beckenbauer;"Kazandığım bütün kupalarımı alın; Stefan'a sarılabileceğim iki dakika verin bana…”

* * *

Şimdi…

Siz, evet siz.

Sizin ona sarılmayı ertelediğiniz canınızda bir parça oldu mu hiç?

Yapmayın.

Bu yazımı okumayı bitirir bitirmez gidin, sarılın ona ve de onlara.

Bundan böyle de sarılmayı, sakın ola ki ertelemeyin.