21 Ekim günü yayınlanan yazımda, “1965 yılında Rahmetli Mustafa Hamoğlu ile toprak sanayi makinaları yapımı konusunda harcadığımız çabanın detaylarını öğrenmek isteyenler; web sitemde ‘Süreyya Tosunoğlu’ başlıklı yazıma baksınlar” şeklinde bir ifade kullanmıştım.
Geçen hafta böyle zahmete katlanacak okuyucu bulmanın zorluğunu düşünerek; “En iyisi ben yeniden yayınlayayım. Makinacılığımızın 51 yıl önce nerede iken bugün nereye gelindiği görülsün” diye düşündüm. Editörüm Barış Aytekin’e telefon ettim. Meramımı iyi anlatamamış olacağım ki; Barış Gazeteye “Farkı Farklı İnsanlar Fark Eder” başlıklı yazımızı üç hafta önce üçüncü defa yayınlamamıza rağmen tekrar gönderdiği için dördüncü kez yayınlanmış oldu.
Canım sıkkınken yazının Cumhuriyet Bayramının arife günü yayınlanmış olması ve Cumhuriyetle bağdaşık olması; biraz teselli olmamı sağladı.
O gün Çorum’dan İstanbul’a dönüyordum. Bolu civarındayız. Metin Erişken iç ferahlatıcı şeyleri telefon açarak söyledi.
Ben de; “Yazımı senden başka okuyanın olduğunu sanmıyorum!” dedim.
Kızgın bir şekilde;” Bırak Allah’ını seversen! Yazıdan çok etkilendim. Sayın Fevzi Çakmak’ın Atatürk’ün yaklaşımının kendinden daha yüksek rütbeli paşaların anlayamadıkları halde çok güzel değerlendirmesi ve kurtuluş savaşının temelinin bu şekilde atılışı beni çok etkiledi” dedi.
Bu telefon bana ilaç gibi geldi. Rahatladım.
Metin Erişken; ilginç okuyucudur. Yazının püf noktasını yakalar, onu da tek cümle ile çok güzel dile getirir.
Ayrıca sohbet adamıdır. Zaman zaman İstanbul Şerifali’deki iş yerinde dostlarını davet eder, hiçbir yerde görmediğim büyüklükte, mahalle doyuracak irilikte güveçte pişirilmiş leziz güvecin yemeği yenirken, sohbetinden faydalanılacak saygın insanlar da bulundurur.
*
Metin Erişken’in babası Rahmetli Sait Ağabey de benim için anılmadan geçilemeyecek insanlardandır.
Rahmetli Sait Erişken’le 1962 ve 1964 yılları arasında; çok seviyeli ticari ilişkimiz oldu. Çeşitli kerestenin yanında bir metre boyunda oduna ayrılmış 20 kamyon kadar malzeme aldık. Orman idaresi kerestelik tomrukları ayırırken, çürüklü bozuk kısımlarını da odun olarak ayırıyordu. Bize gelen odunluk malzemenin yarısı gerçekten odun idi ama yarısı düzgün elyaflı, budaksız, sarıçamdan doğramada kullanılabilecek malzemelerdi. Bunun nedeni belli oranda odun üretimi zorunluluğu olsa gerek.
Biz onlardan doğrama (kapı-pencere) işinde kullanılacak malzemelerini ayırmakla kalmadık daha ince döküntülerden de kiremitlere ramka çıtası yaptık.
Kiremitçiliğe  atlayışımızda bu olayın payı vardır. Bir de rahmetli İsmail Aras’ın: “Yapılacak iş tuğlacılık, sermaye toprak, para istemiyor” deyişinden etkilendim.
Biz oldukça iyi kâr sağlayan işin keyfini yaşarken; Orman Dairesinden Müdür beyin görüşmek için beni çağırdığını söylediler. Çok hoş yakışıklı bir adamdı. Gittim, hafif gülümseyerek “Sen odunları kereste yapıyormuşsun!” dedi.
Ben de, “ Evet, yapıyorum; bir sakıncası mı var? Yakılacak malzemeyi daha kıymetlendirdiğim için kendim kazanırken, ülkemize de kazandırdığımı düşünüyorum” dedim.
“Haklısın! Ben de öyle düşünüyorum ama mevzuata aykırı. Yapma demeyeceğim. Bu konudaki çalışman gösterişten uzak olsun. Bu konuşma da aramızda kalsın” dedi.
Şimdi düşünüyorum da uyarılması gereken ben değil, ormanda ayırımı yapan ekipti. Çünkü bunlar belli kalınlıktan büyük parçaları ikiye veya dörde parçalamak zorundaydılar. O yüzden budaklıları zor yarılacaklar diye keresteye ayırıyor, kolay yarılsın diye düzgün elyaflıları oduna ayırıyorlardı.
Ülkemin altının oyulmasının nerelere kadar uzandığının bir örneğini vurguladığımı sanıyorum.
Aradan geçen 55 sene içinde küçük zorluklara katlanmamak için ülkemin değerlerinin ziyan edilmemesi bilincinin, doğduğunu umuyorum.
En güzel günler sizlerin olsun.
NOT: Gelecek hafta Süreyya Tosunoğlu başlıklı yazımızı yayınlayacağız.