Yazımı kışa çevirdin
Bak gözümdeki yaşa Leylam
Ölümü duyulur
duyulmaz Bütün televizyon kanalları ondan bahsettiler. Büyük bir ozan
olduğundan, bozkırın tezenesi olduğundan dem vuruldu. Cenazesi devlet töreniyle
kaldırıldı. Bir günlüğüne de olsa
devletten akrabası olduğu dosta düşmana kanıtlanmış oldu. Son yolculuğuna
uğurlanırken abdal geleneğinden gelenler “aptal” yerine konuldu mu, cenaze
törenine katılamadığım için bilemiyorum.
Çok değil, gelecek
yıl ölüm yıldönümünde onu kaç kişi anımsayacak, mezarının başına kimler
gidecek? Görünen köy kılavuz istemezmiş, onun yakınları olan üç beş abdal
dışında gelen olmaz. Yazdıklarıma göz
atanlara sormak gerek bu günlerde Neşet ustayı, türkülerini, siyasi bir amaç
gütmeden dile getiren kaç kişi var?
Birçoğumuz maddi
anlamda bir kazanç getirmeyen böyle gereksiz ayrıntılarla uğraşmaz.
Yaşadığı sürece para
sıkıntısı çekmiş, yatları, katları olmayan insanı anmaya değer mi? Adamın kendine hayrı dokunmamış. Kendisi gibi abdallar dertli dertli çalıp
söylesin, bu kadarı yeter; hatta artar bile.
Neşet ustanın ölümüyle
gündeme gelen iki ayrıntı benim için çok önemliydi: Birincisi Abdal geleneği.
Tarihi köklerinin mutlaka öğrenilmesi gereklidir. Haftalık yayın yapan yerel
bir gazete bu konuda detaylı bir makale yayınladı.
Diğer ayrıntı ise,
ustamız kanser hastalığına yakalandığı için erken sayılabilecek bir yaşta
aramızdan ayrılmıştır. Yanılmış olmayı çok isterdim, çevremizde kime sormuş
olsak mutlaka onun ailesinden, onun yakınlarından birileri bu illetten dolayı
aramızdan ayrılmıştır. Belki kendileri,
yakınları kanser hastalığıyla boğuşmaktadır.
Bu türden ölümler
bizlere çok acı geliyor. Tıpkı bir türküde olduğu gibi: “Derbent dereleri dar
geldi bana./ Vakitsiz ölümler zor geldi bana.”
Bir yakınım kanser
olmuştu. Dokuz yıldan fazla bu hastalıktan kurtulmak için çaba gösterdi.
Çektiği acılar yüzünden okunuyordu. Hastanede kemoterapi tedavisi alan
insanları gördüm. Onlar gibi yakınları da bitmişti. Çevresindeki insanlara
gülümsemeyi ihmal etmiyorlardı. Gün geldi yakınım iyileşti. Onu tanımayanlar ilk
bakışta sağlıklı olduğu kanısına varıyordu. Kendisi gibi akrabası olan bizler de
sevinmiştik. Kanser gibi hastalıkta sonuçta yenilebiliyormuş; öyle düşünmeye
başlamıştık.
Yanıldığımızı çok
geçmeden anladık. Kanser uyumayan düşman gibi doktorları da yanıltıp amacına
ulaştı!
Toplumun birer
bireyleri olarak bu sorunları yeniden ele almalıyız. Kanser gibi çözümü oldukça
zor olan sorunlarımız var. Bunların
çözüm yollarını aramak yerine “Daha ciddi!” sorunlarla uğraşıyoruz. Sonuçta abi bize bir şey olmaz düşüncesiyle
yatıp kalkıyoruz.
Kanser hastalığı bana
keskin nişancıları anımsatıyor. Onlar dünyanın özgürleştirilmesi planlanan her
hangi bir ülkesinde yaşlı, çoluk çocuk demeden seçilen hedefteki insana namluyu
doğrultuyor. Mesleğin gereği geriye
sadece tetiğe dokunmak kalıyor. Bir anda kurşunu yiyen insan yere yığılıyor.
Çevresindekiler çaresizlik içinde ağlayıp sızlarken ölümü ensesinde hisseden
insan acılar içinde kıvranıyor. Keskin nişancı ise başarılı olmanın mutluğunu
tadıyor.
Tıpkı Neşet Ertaş’ı
onun gibi binlerce, yüz binlerce insanı acı içerisinde kıvrandıran; onları
mezara gönderen kanser hastalığı gibi.