İnsanları çeşitli sıfatlarla sınıflandırabiliriz. Erkek-kadın, uzun-kısa boylu, şişman-zayıf, esmer, sarışın, zenci, kumral vb…

Bu sıfatların hangisini kullanırsak kullanalım bizce en belirleyici sınıflandırma “bir şey yapmak isteyenler” ve “salt bir şey olmak isteyenler”dir.

“Bir şey yapmak…”

Bu soyutlamayı ete, kemiğe büründürelim. Ülkelerinin bağımsızlığını savunanlar ki bunlar için devrimci nitemi uygundur. Devrimci kavramı, Türkiye ve benzeri ülkelerde antiemperyalistliği, yurtseverliği, milliyetçiliği (ulusalcılığı) içerir. Sosyalist veya sosyal demokrat olduklarını söyleyerek emperyalizmin kayığına binerek toplumu kandırmaya çalışanların bu bağlamla bir ilgisi olmadığını söylemeliyiz. 

“Bir şey olmak isteyenler…”

Bu soyutlama zurnanın zırt dediği yerdir. Bu tipi temsil edenler için devrim, bağımsızlık, halkın egemenliği, ulusalcılık, anti-emperyalist duruş, her şey araçtır. Amaç, bu kavramların üzerinden bir yere yönetici konuma gelmek, seçilmektir. Bu anlayışın temsilcileri de ittifaklar oluşturur ve destek isterken “Hepimiz Atatürkçü değil miyiz? Yakamızdaki rozet aynı değil mi?” vb sorularla kendilerine destek sağlamanın peşindedirler. Kimilerine bir yerlerde atanmış yönetim kuruluğu üyeliği vererek, kendilerine dikensiz yönetimler inşa ederler. Bu tiplerin nerede ise tamamı söylemde “Atatürkçü”, eylemde kayıptırlar. 

Böylesi tiplerin, bir yerlerde bir şey olmalarının onların kişisel ihtiraslarına basamak olduğunu insanlar anladıklarında, iş işten geçmiş olacaktır. Bu durum parti, dernek vb yapılardan insanların uzaklaşmasına sebep olmakta, yapılar ahbap çavuş öbeklerinin sandık müsamerelerine teslim edilmektedir. Yüzlerce, binlerce üyesi olan kurumların genel kurullarına katılımın % 10’larda kalmasının sosyokültürel açıklamasında en belirleyici etkenlerden biri budur. Siz buna son otuz yılda uygulanan apolitikleştirmeyi de eklerseniz fotoğraf netleşecektir. 

“Yapmak isteyenler” için veya salt kendi ihtiraslarıyla olmak isteyenler” için değişmez yöntem ittifaklar stratejisidir. Her iki anlayış da kendi cephesini genişletmek, karşı tarafı dar alanda bırakmak için çaba gösterir. Görüldüğü gibi yöntem aynı, niyet farklıdır.

Devrimciler, baş çelişme ve baş düşman saptamasının ışığında bir ittifaklar stratejisi geliştirirler. Örneğin; dünyada baş çelişme emperyalizm ise ulus devletler arasındadır. Baş düşman ise emperyalizm ve onun işbirlikçileridir. Öyleyse ittifak cephesi oluşturulurken baş düşmana karşı durarak vatan savunması yapacak herkesle etnik, dini, siyasi ayrılıklar da dâhil bir birliktelik esastır. Baş düşmana karşı birleşik cephe…

Bu süreçte oluşacak birleşik cephe içinde diğer çelişmeler ikincildir. Ayrıca emperyalistler arası çelişmelerden de yararlanmak gerekir.

Bu satırları yazarken 1970’li yılların ikinci yarısına ışınlanıyorum. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun bir oyunundayız… “Nereye Payidar, Nereye?”…

Payidar yoksul bir ailenin genç kızı olarak bir işletmede çalışmaktadır. Kendi iç dünyasında izlediği filmler başta olmak üzere, zengin bir yaşamın hayali içinde var olmak istemektedir.

Bu dönemde siyasetin sağ-sol olayları çevresinde oluştuğunu, emek sermaye çelişmesine vurgu yapıldığını hatırlatmalıyım.

Payidar, bir işçi olduğunu kabullenmekle beraber, bir taraftan patronun cinsel tacizlerini görmezden gelmeye çalışırken, bir taraftan da patrona teslim olmama çelişkisi içerisindedir.

Bu süreçte başlayan işçi grevlerinden, sevdalısı olduğu aşkı uğruna dahi uzak durmuştur.

Çünkü onun için elzem olan sadece ve sadece kendi beklentileri ve hayal dünyasında kurduğu gerçek dışı bir dünyadır.

Sahnenin sonunda Payidar pençik ponçik bir halde sahnede çöke kalmıştır. Yanılgı ve yenilgi…

AST’ın sahnelediği, Bilgesu Eranus’un yazdığı Rutkay Aziz’in yönettiği “Nereye Payidar”ın müziklerini Timur Selçuk bestelemişti.

Oyun müziklerinin beğeni kazanması sonucu Timur Selçuk’un yaptığı uzunçalar 1977’de piyasaya çıkmıştı.

Nereye Payidar, Nereye? / Nereye Payidar, Nereye? / Yokuş bayır demesen de / Dere tepe düz gitsen de / Çıkmaz bu yol bir yere…

Nereye Payidar, Nereye? / Nereye Payidar, Nereye? / Bir gün gelip evlensen de / Kurtulmayı düşlesen de / Çıkmaz bu yol bir yere…

Bireysel ihtiraslarla, ahbap çavuş ilişkileriyle gelen başarıların, bir diğer deyişle bir yerde yönetime girmenin hatta şube başkanı veya genel başkan olmanın tam bağımsız Türkiye mücadelesine, antiemperyalist mücadeleye bir katkısının olmadığını anlamak ve anlatmak zorundayız insanlara. Hatta ve hatta milletvekili olmanın bile çıkar yol olmadığını içtenlikle söylemeliyiz. O vekilliklerin, hayatlarının “tek adamını”, genel başkanın iki dudağının arasında olduğu bir düzende sormalıyız, “Nereye payidar, nereye?” Temel mesele, masa iskemle sahibi olmak değildir çünkü. 

Nereye Payidar, Nereye? / Nereye Payidar, Nereye? / Şefle iyi geçinsen de / Bugün için sevilsen de / Çıkmaz bu yol bir yere…

Kurulu düzenle iyi geçinerek, onunla bir arada yaşamanın bedeli büyüktür. Bir bakarsın ki silinip gitmişsin hayattan… Dönüştürmüşler seni… Örnek mi? Emperyalist ülkelerin devrimcileri “sistemle bir arada yaşamak” diyerek yola çıktıklarında, dünya sömürüsünden aldıkları küçük kırıntılarda avunduklarında, diğer ülkelerin emekçilerine ve ezilen ülkelere karşı cephede durduklarını ne zaman fark edecekler acaba?

Emperyalizmin ulus devletleri bölerek, şehir devletlerine ayırmaya çalıştığı ülkelerde ulusalcı/milliyetçi geçinip de ağzını mühürleyip, eli kolu bağlayanların hangi arabaya koşulduklarını görememeleri de büyük bedellerin ödenmesine yol açacaktır.

Nereye Payidar, Nereye? / Nereye Payidar, Nereye? / Seninkiler direnişte / Bir sen yoksun içlerinde / Çıkmaz bu yol bir yere…

Emperyalizm çağında her türlü etnik, dini, siyasi ayrılığı öteleyerek baş düşmana karşı en geniş milli cepheyi kurmak tam bağımsızlığın temel taşıdır. Bu gerçeği göremeyenler hangi rozeti takarlarsa taksınlar milli cepheye karşı durduklarını anlamak zorundadırlar.

Nereye Payidar, Nereye? / Nereye Payidar, Nereye? / Gönlün yoksa ezilmeye / Sen de katıl direnişe / İşçilerle, işçilerle, işçilerle el ele / Nereye payidar, nereye…

Yaşam Tercihlerle Yürünen Bir Yoldur…

Evet, yaşam tercihlerle yürünen bir yoldur. Ya Kemalist Devrim’in yeniden hayata geçmesi için çalışırsınız. Bu çalışmada devrim amaçtır. Görevler, unvanlar araç… Ya da “Şurada burada olayım da, basıp bir yerlere yukarı çıkayım…”, dersiniz. İşte burada şucu, bucu görünmek araç, bireysel tutkularla salt bir yerlere çıkmak amaçtır. Devrim ise teferruat… “Nereye payidar, nereye?”…

Öyleyse dostlar bize düşen tam bağımsız Türkiye için en geniş birleşik cepheyi kurarak Kemalist Devrim için yürümek, aramızdaki ikincil çelişmeleri ötelemek (Bu çelişmeye bireysel hesaplarda rakip görülenler de dâhildir) kavramamız gereken ilk halkadır.

Çünkü asıl görev işte o zaman başlayacaktır. Her türlü etnik, dini, siyasi ayrılığı öteleyerek Türk milletini en geniş cephede birleştirmek…

“Nereye payidar” şarkısının linki aşağıda… Gençler ve o yıllara bir yolculuk yapmak isteyen genç kalanlara armağan olsun…

http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/6380/timur-selcuk-nereye-payidar

Biz de 21. yüzyılın Nereye Payidar şarkısına nazire bir söz yazdık… Kısa bir not olsun tarihe…

Nereye Payidar, Nereye? / Kişisel heveslerle / Ahbap çavuş seçilsen de / Çıkmaz bu yol bir yere…

Nereye Payidar, Nereye? / Başkan filan olsan da / Vekilliği düşlesen de / Çıkmaz bu yol bir yere…

Nereye payidar, nereye? / Bir masayla iskemleye / Davaya ters dönsen de / Çıkmaz bu yol bir yere…

Nereye Payidar, Nereye? / Abi, abla iyi geçinsen de / Bugün için kandırsan da / Çıkmaz bu yol bir yere… / Nereye Payidar, Nereye?

Bir gün gelir karşına çıkanlar, seni dün alkışladıklarını unutup sorarlar sana… Nereye sayın başkan nereye?

Malumumuz olduğu üzere ülkemizdeki o en büyük demokratik kitle örgütünün gerçek sahibi cumhurdur, üye olsun olmasın Türk milletidir. Cumhur, “Hani tam bağımsız Türkiye, hani Kemalist Devrim?” diye soracaktır mili birlik cephesini engelleyen herkese…