Ben liderim demekle lider; ben başkomutanım demekle başkomutan olunmuyor.

Hele hele dünya lideri, hiç ama hiç olunmuyor.

Bunun için altyapı gerekiyor.

Kulaktan dolma bilgi değil; araştırarak, okuyarak bilgi edinmek gerekiyor. Bunun için de binlerce kitabı devirmek, taramak gerekiyor.

Donanım gerekiyor.

Baktığını görmek, gördüğünü anlayıp, doğru yorumlamak gerekiyor.

Kaldı ki; okurken de tek yanlı değil; çok yanlı, çok yönlü okumak ve araştırmak gerekiyor.

Okumak, araştırmak da yetmiyor; aynı zamanda okunan her bir şeyi özümsemek gerekiyor.

Düşünmek gerekiyor.

Kıyaslamak, sorgulamak gerekiyor.

Uslamlamak (muhakeme etmek) gerekiyor.

Örneğin, “Batı her bir şeyi üretirken, biz niye hurafeden, nifaktan başka bir şey üret(e)miyoruz?” diye düşünmek gerekiyor.

Felaketten gayrı hiçbir şey üretmeyen, tüketmekten gayrı hiçbir iş yapmayan Ortadoğu Bataklığı içindeki ülkelere değil; refah toplumlarına, üreten toplumlara yönelmek gerekiyor.

Ümmet safsatasından kurtulmak gerekiyor.

Japonya’ya, İsveç’e, Norveç’e, İngiltere’ye, Amerika’ya, Kanada’ya yönelmek gerekiyor.

Yokluk koşullarında, bir ülkenin külleri üzerine devlet kuran, o yoklukta Osmanlı’nın tüm borçlarını ödeyen, o yoklukta onlarca fabrika kuran, uçak yapan, uçak ihraç eden beş ülkeden biri olan ülkenin lideri olmak gerekiyor.

Ömrü savaş alanlarında geçen bir asker olmasına rağmen, “Yurtta barış, dünyada barış” diyebilen bir lider olmak gerekiyor.

Bilime, bilimsel eğitime, üretmeye ağırlık vermek gerekiyor.

Dinle, ümmetle aklını bozmamak gerekiyor.

* * *

Böyle bir liderle, dünya ülkeleri arasında yerimizi aldık.

Ancak şansımız yaver gitmedi; o büyük insanın ömrü kısa oldu.

Onun koltuğuna oturan ancak onun sezilerine, yeteneklerine ve donanımına sahip olmayan yöneticiler; değil ülkeyi aynı tempoda yürütüp, aynı düzeyde tutabilmek; tam aksine baş aşağı inişe geçirdiler.

Her geçen seçimde; lider ve siyasetçi kalitesi giderek düştü.

Son on yedi yıldır da bu iniş giderek hızlandı.

Dünyanın en güçlü insanlarına haddini bildiren bir liderden; hakaret ve tehditlere boyun eğen lider ya da liderler tarafından yönetilir hale geldik.

Bugün size gerçek bir liderin, şantaj ve tehditlere verdiği yanıtın ibretlik öyküsünü anlatacağım.

* * *

Benito Mussolini, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtalya’da çıkan kaostan yararlanarak; İtalya Kralı Victor Emmanuel'i, yönetimi, kendisine devretmekle tehdit eder..

İtalya'da baş gösteren Komünist hareketinin önüne geçmek isteyen Kral da bu öneriyi kabul eder; böylece İtalya'da Mussolini (Duçe)dönemi başlar.

… …

Tarih, 23 Temmuz 1935

Saat: 15:15

Yer: Çankaya Köşkü

Gazi Mustafa Kemal Atatürk; kendisi ile görüşmek için kabul edilmeyi bekleyen İtalyan temsilciyi makamına davet eder.

Ceketinin önü açık, saygısız ve ukala bir tavırla içeri giren Benito Mussolini'nin özel temsilcisi, Atatürk'ün eliyle işaret ettiği koltuğa, ayak ayak üstüne atarak oturur.

Gazi, sefire tebessüm ederek;

- "Hoş geldiniz" der.

Bu sıcak karşılama İtalyan temsilcinin öz güvenini daha da artırır.

Bu kez oturduğu koltukta bacaklarını biraz daha ileri doğru uzatarak, yüz hatlarında oluşan belli belirsiz sırıtma ile söze başlar.

"Mutlaka takip ediyorsunuzdur. Duçhe’miz, Avrupa ve Asya’da sınırların yeniden belirlenmesini arzu etmektedir. Malumlarınız, silahlı kuvvetlerimiz, çok güçlüdür ve her tür düşmanla baş edecek durumdadır.

Duche’mizin arzusu, Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni de kayıtsız ve şartsız bir şekilde yanında görmektir. Bu vesile ile Akdeniz, özellikle de Antalya bölgesi konusunu gereksiz polemiklere girmeden yeniden müzakerelere açmak istiyoruz." der.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İtalyan temsilciyi dinledikten sonra gülümseyerek; “ Bunları konuşuruz, ama öncelikle size bir Türk kahvesi ikram etmek istiyorum" der.

İtalyan elçi, ukalalığını bir üst seviyeye taşıyarak laubali bir şekilde; “Haa! Evet, evet.. Türklerin kahvesinin güzel olduğunu söylerler" diye yanıt verir.

Ulu Önder, yaverini çağırır, ondan iki Türk kahvesi getirmesini ister.

Daha sonra da İtalyan temsilciye dönerek; “Sizi birkaç dakika, yalnız bırakacağım. Kahvelerimiz gelinceye kadar dönerim. Taleplerinize ilişkin vereceğim yanıtı da o zaman bildiririm" diyerek odadan çıkar.

Kahveler gelir.

İtalyan elçi, Ulu Önder’i beklemeye dahi gerek duymadan kahvesinden bir yudum içer, fincanı tam tabağa koyarken kapı aralanır.

Aralanan kapıdan, üzerinde Mareşal üniforması, ayağında makosenleri ve elinde kamçısıyla Gazi Mustafa Kemal Atatürk belirir.

Ama artık gülümsemiyordur.

Az önce izin isteyerek dışarı çıkan sivil kıyafetli, naif ve babacan tavırlı insan gitmiş onun yerine üzerine üniformasını, ayağına makosenlerini giyinmiş, masmavi gözlerinden şimşekler çakan bir başkomutan girmiştir, odadan içeri…

Benito Mussolini'nin özel temsilcisinin gözlerinin içine bakarak, sert ve kararlı bir ses tonu ile sorar.

- Az önce nerede kalmıştık?

İtalyan temsilci şaşkın bir durumda toparlanıp, ayağa kalkar. Ceketinin önündeki düğmeleri alelacele ilikler;

- "Özür dilerim ekselansları. Zat-ı aliniz galiba beni yanlış anladı. Türkiye Cumhuriyeti her daim bizim dostumuz ve müttefikimizdir. Bu bağlamda, ilişkilerimiz daha da artarak devam edecektir" der ve ezik bir biçimde çıkar odadan.

* * *

Nereden nereye

Kimisi bir yudum kahve zamanı aralığında tehdit ve şantajları sahibine yedirir, yalatır, yutturur...

Kimisi de tehdit ve şantajları yer, yalar, yutar sonra da kalkıp görüşmek için ayağına kadar gider...

… …

"Ben Başkomutanım "demekle başkomutan olunmuyor.

Asalet ve cesaret başta olmak üzere daha pek çok meziyetin bir arada olması gerekiyor.