Kaşına gözüne şiirler yazdığım

Zülfün tarayıp sırma sırma ördüğüm

Gece düşümde gündüz hayalimde gördüğüm

Güzel huylum güzel kokulum

Seni nasıl methetsem bilmem ki

Ahde vefalım hatır sayanım

Büyükle büyük çocukla çocuk olanım

Güzel huylum gül kokulum.

 

Dedikten sonra gelelim o günlere:

Yine bir bayramı daha geride bıraktık. Çoğu kişi, nerde o eski bayramlar der durur. Ben sizleri eski bayramlara değil ama artık çok kişinin nerede o eski günler dediği, eski zamanlara götürmek istiyorum:

Yaşı 60’şı geçmiş dostlarım, ben 45–50 sene gerilere gidip, o günlerde asıl olan ama artık hikâye olan anıları anlatınca “NERDEE O GÜNLER” diyorlar.

Hani daha okula gitmeden önce kısa pantolonla oynadığımız oyunlar. Deşenek (Bilye) ve çaput topla birbirimizin ayaklarına vura vura oynadığımız oyunlar. Kızlarla ip atladığımız, birbirimize çember çevirmeyi öğrettiğimiz günler, NERDEEEE O GÜNLER?

İlkokula gittiğimiz ilk gün, sınıfta bir sürü çocuğun kuş cıvıltısından güzel çıkan sesleri kara tahtanın önünde, sanki tahtayı enine boyuna kapatacan. Korku ile saygı arasında sevdiğimiz ve bize ilk defa hitap eden yüce öğretmen yüce insan.

Teneffüslerde (….) bir simidi 2-3 arkadaşla bölüştüğümüz ve hala tadını damağımızda hissettiğimiz o günler. Çalan zille birlikte birbirimizi çiğnercesine dışarı çıktığımız ve o 15 dakikalık arada cebimizdeki gınnapı (kendirden yapılan kurşun kalemden ince ip) hemen iki ağacın arasına gerip voleybol oynadığımız günler.

Ceviz ağacından yapılmış çantalarımızı, onları dövüştürdüğümüzü ve üzerlerine oturup buzda kaydığımız günler.

Ders programını çantalarımızın kapağının içine yapıştırdığımız, gaz lambasının ışığında üzerinde yemek yediğimiz ekmek tahtasının başına 3–4 arkadaşımızla toplanıp ödev yapıp, bir köşede ders çalışırken bir yandan da büyüklerimizi dinlemeyi ihmal etmediğimiz günler.

Ders bitip birkaç saat sonra evlerimize dağılacağımız zaman, artık rahmetlik olmuş canımız kadar sevdiğimiz, elinden gelse bizleri yüreğinin içine sokmak isteyen canım anam

Kendi bağımızdan topladığımız meyveler ve yine bağımızın üzümünden yapılmış sucuk (Köme Pestiller) çıtırdayarak yanakları kızarmış bir şekilde yanan sobamız ve arkasında yatıp uyuyan tekir kedimiz nerede?

Nerde O Günler Derken O Günlerden Birkaç Kesit:TEZEK YAPMA: Mayıs ayının sonlarına doğru havalar iyice ısınmaya başlayınca daha önce bahçede öbeklenmiş olan manda ve ineklerin dışkısı kokmaya başlardı.  Havaların ısınmasıyla bu biriktirilmiş dışkılar tezek yapılmaya başlanırdı. Hani o meşhur söz vardır ya affederseniz,” tezek b.ktur, kalorisi yoktur, alıcısı çoktur”

Bahçenin tezek yapılacak bölümündeki otlar iyice temizlenir, süpürülürdü. Tezek yapılacak dışkı bir kürekle iyice karılır bazen de içine kömür külü katılarak tahta kalıplarla dökülürdü. Bu dökülen dışkılar elle şekillendirilirdi. Daha sonra güneşte kurumaya bırakılır yazın sıcağında kuruyan tezekler evlerin yanındaki kurulukta bir yere yığılır soba yakmada ve çamaşır suyu ısıtmada kullanılırdı.

Manda ve inekler yazıya sürülmeden önce çobana bırakılır çobana bırakılan manda ve ineklerin dışkısını evinde hayvanı olmayanlar toplarlardı. Çocuklar da bu dışkıları kapışarak bir tenekeye toplarlardı. Bizim durumumuz iyiydi ama maalesef böyle aileler pek çoktu. Bunları yazmaktaki maksadım onca varlığa rağmen bu gün bir türlü tatmin olmayan, şükretmeyen insanlarının mutsuzluğuna rağmen inanarak yazıyorum ki o yokluk günlerindeki insanlar bu günden çok daha mutluydular, mutlu olmayı biliyorlardı.

YUFKA EKMEKLER VE YATSILIKLAR: Evlerdeki tandırlarda, analarımızın yakın konu komşuyla öndüce giderek yapılan ve gater gater yığılan yufka ekmekler.

Mahalle arasındaki evlerde yoğrulan hamurları çörek yapan küçük fırınlar. O zamanlar 35–40 yaşında olan ama bizim çocuk aklımızla bize çok yaşlı görünen fırın ustaları. O fırınlarda yapılan çörekleri sıcak sıcak yerken duyulan lezzet. Bu gün belki daha çeşitlileri yapılıyor ama nerde o tat, nerde o tadı alacak ağız, diş, dil, damak?

Kış günleri akşam saat 8–9 sıralarında yatmaya yakın, yufka ekmeğe kış kıymasını dürüp, evde yapılan kocaman küplerdeki çeşit çeşit turşular ve pekmezlerle yenen yemekler. Bazen de geç kalıp, yere yapılan yatakları serdikten sonra yatağın kıyısında oturup yediğimiz yatsılıklar. Bazı günlerde kıymayı yemeye kıyamayıp çökelek, pekmezle idare edilen kış geceleri.

Her gece yatılacak vakit yapılıp, sabahta kaldırılıp yüklüğe yığılan döşekler. Bu döşek serilip kaldırma analarımızın, varsa bacılarımızın ya da evde gelin varsa asılda gelinlerin göreviydi. O kocaman yatakları hamile gelinler her gece serer sabahta kaldırırdı. Hem de 4–5 yatağı serip kaldırdığı halde yine de bebekleri düşmezdi. O zamanın bebekleri de şimdiki gibi anasısın karnına çürük iple bağlı değildi demek ki!

BAĞ BOZUMU GÜNLERİ: Bağ bozumu zamanı gelince önce meyve ve cevizler toplanır sonra da üzümler kesilirdi. Eski Eylül’ün 18’ de meyveler, 22’sinde ise üzümler toplanmaya başlanırdı. 

Toplanan bu üzümlerden başta pekmez olmak üzere pestil (köme) yapılırdı. Çorum’daki her iki evden birinde pekmez kaynatılır bazı evlerde bu iş 15 gün boyunca sürerdi. (Pekmez ve Tel Tel yapılışı www.ismetcenesiz.com’ da teferruatlı görülebilir)

Eski insanların ana gıdası pekmezdi. Tel Tel çekme ise bilhassa biz çocuklar için en büyük ve vazgeçilmez eğlenceydi.

Yarı uykulu halde hamur böreği, turşu ve Tel Tel’in tadına doyum olmazdı. Öyle iştahlı yerdik ki o büyük zevk o nasıl bir doyulmaz tattı öyle.                            SÜRECEK