Stratejist değilim. Terör uzmanı değilim. Bomba uzmanı hiç değilim. Askeri konulara fazla aklım ermez. Ama, bu ülkenin sıradan bir vatandaşı olarak ülkemde olup bitenden kaygılıyım. Üzüntülüyüm.

Bugüne kadar böyle bir askeri mühimmat deposunun patladığını da pek hatırlamıyorum. Elbette bazı şeyler olmuştur. Ama, 40 yılın üzerinde bir süre ülke gündemini görsel ve yazılı medyadan amatörce de olsa izlemeye çalışan biri insan olarak yakın tarihimizden bu boyutta bir olay hatırlamıyorum. Zaten bu sabah konuşan Bakan Eroğlu da bu tür olayların Pakistan, Hindistan gibi ülkelerde olduğunu söyledi. Maşallah örnek de tam yerine oturdu.

Bu yazacaklarım sadece vatandaş olarak içimden geçenler. İnşallah benim düşündüğüm gibi değildir. Elbette hiçbir dayanağı olmadan sırf iş olsun diye, anaların yüreği yanarken bir de ben yangına körükle gitmeyeceğim.

Birincisi, olay Beytüşşebap’da 10 Mehmetçiğin şehit edilmesinin ardından, ki daha dün ebedi yolculuklarına içimiz yanarak gönderdik, meydana gelmesi insanda ister istemez kuşku uyandırıyor. 25 Mehmetçik, o patlama ve sonucunda ortaya çıkan feci bir yangında şehit oluyorlar. 3-5 te yaralı. Bakın, bugün yine Beytüşşebap’da bir askerimiz şehit 2’de yaralı haberi var. Bu da korkarım arada kaynayacak. Zira, bilanço kabarık olmazsa kaynayıp gidiyor. Bu nasıl iş? Bir hafta önce temizledik denilen Beytüşşebap’da yine bir askerimiz şehit ediliyor. Merak ediyorum. Nasıl bir resmi açıklama gelecek?

İkincisi, bir Korgeneral az önce bir açıklama yaptı. Hemen peşinen hüküm vermenin yanlışlığına işaret etti. Allah’ın gündüzü varken, gece 21,15’ te mühimmat sayımının çok da normal olmadığını söyledi. Bir de bu mühimmatın patlamaya karşı son derece emniyetli olduğunu söyledi. İşte size bir kuşku.

Derken bir de karasularımızda batan tekne ve ölen çok sayıda mülteci. Üstelik olayın meydana geldiği yer en güvenli olması gereken İzmir sahilleri. Ona da canım bize ne diyebilir miyiz? Bu ülkenin denizleri illegal organize suç örgütlerinin cirit attığı yerler mi?

Sanatçı Sezen Aksu, duygularını çok güzel dile getirmiş.

“…Bir şey söylemek istiyorum... Artık kardeş gibi olduk. Yani arkadaşlığı dostluğu da geçtik. 30 yıldır çocuklarımızın ölümüne göz yumuyoruz hep birlikte. Ben kendimi suçlu hissediyorum çok. Öyle ya da böyle bu suç hepimize bulaştı. İnanıyorum ki, ölümden başka bir sürü çözüm var. Biz bu çözüm için diretmedikçe bu kan durmayacak. Benim de yediğim lokma boğazımdan geçmiyor, uyku muyku kalmadı. Allah'tan ki şarkılar var…”

Kanaatimce de hepimiz çözüm için diretmeliyiz. Mutlaka ölümden başka bir sürü çözüm var. Bunu iktidarından muhalefetine herkesten istiyoruz.

30 Ağustos’un ardından

Aslında ben bugün, sönük geçen Zafer Bayramı ile ilgili bir şeyler yazmak istemiştim. O da ne yazık ki, karambole gitti. Kuvvetli bir acı hafifini unutturuyor. Ne oluyor Allah aşkına. Milli mücadelede şehit olan dedelerimizin kemikleri sızlıyor. Her ülkenin böyle kurtuluş, zafer günleri var. Hepsi de coşkuyla kutluyor.

Üstelik bizimkisi geriye dönüp bakıldığında kesinlikle utanç duyulmayacak bir kurtuluş mücadelesi. Bülent Tanör Hoca, bizim Zaferimizi bir cümlede o kadar güzel ve veciz biçimde özetlemiş. Şöyle diyor: “…Mustafa Kemal, yeniden örgütlenmiş bir orduyla “haklı” ve “halklı” bir Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan zaferle çıkmıştır…” Yani haklı ve halklı olarak kazandığımız bu Zaferi neden görkemli kutlamıyoruz? Gelecek nesiller tarihlerinden, bağlarından neden kopartılmak isteniyor. Bu durum ancak Sevr’i unutamayanları, Lozan’ı içine sindiremeyenleri sevindirir.

Ulusal derken dün akşam bir televizyon kanalında izlediğim tartışma aklıma geldi. Bir bayan gazeteci, yine meslektaşı Barış Yarkadaş ile tartışıyordu. Bayan, ulusalcılığa takmış kafayı. Yandaş, yalaka ve yalama arkadaşlarıyla uzun zamandır içimiz daralarak izliyoruz ya, Atatürkçüler, Kemalistler, Ulusalcılar hep tu kaka. Cumhuriyet’ten bu güne ne varsa hep kötü. Asker zaten statükocu. Darbeci. Yatıp kalkıp darbe planlıyor. Bugüne kadar Türkiye’de hakim olan rejim, tam bir askeri vesayet rejimi. Özgürlüklerin ve ileri demokrasinin kurucusu bu günkü iktidar. Gözleri o kadar dönmüş ki, şayet o zaman askeri vesayet var idiyse, bugünkü sivil vesayet değil de nedir? Göremiyorlar. Varsa yoksa AKP. Türkiye neye kavuşmuşsa sanki son 10 yılda kavuşmuş…Hani ezber bozuyoruz diyorlardı ya, maaşallah kendi ezberleri Allahtan çok uzun değil. Şu son birkaç cümlede özetlediğim gibi.

Neden ulusalcı, diyormuşuz da milliyetçi demiyor muşuz? Hayır, onu da deriz. Bizim milliyetçiyim demekten gocunacak bir tarafımız yok. Atatürk’ün söylediği anlamda bizim milliyetçilik anlayışımız ırki bir temele dayanmıyor. Bu ülkeyi seven, bu ülkenin onurlu bir yurttaşı olmaktan mutluluk duyan herkese kucak açıyoruz. Ulusalcı veya milliyetçi olmak ne zaman suç oldu? Ama, o düşüncedekilere göre, ulusalcılık tu kaka. Milliyetçilik çağdışı bir kavram.

Bu arada, değinmeden geçemeyeceğim. Ulusal medyada bazılarının kafasına galiba bir şeyler düştü. Sıkıştıkça ordudan medet ummaya başladılar. Ama, ordu ne yazık ki, olanca moralini ve şevkini yitirmiş durumda. Sen o ordunun Genel Kurmay Başkanı’nı terör örgütü kurmaktan ve yönetmekten suçla, hepsi de bu ülke için canlarını feda etmiş, dağlarda terörist ile canı pahasına mücadele vermiş onca deneyimli Generali, subayı, askeri mahpuslarda süründür. Sonra onlardan mücadele bekle.

Çünkü, ezberleri bozuldu. Kendilerini kayıtsız koşulsuz destekleyen o yandaşlardan bazıları şimdi, olmadı bu iş. Türkiye terörle mücadelede 90’ların sonuna, 2000’lerin başına döndü demeye başladılar. O değerli generaller hep şunu söylemiyor muydu? “Terörle mücadele kararlı bir biçimde, en son terörist silahını bırakıp teslim olana kadar sürmeli. Terör sorunu bitirildikten sonra da siyasi çözüm için adım atılmalı.” Zaten terör sorunu bitirildikten sonra, PKK veya Kürt sorununa siyasi çözümler üretilmesi gerektiğini her aklı başında insan söylüyor. Kürtlerin veya bu ülkede yaşayan tüm insanların, daha demokratik ve daha ileri haklara sahip olması hepimizi sevindirir. 

Zafer Bayramı kutlamaları ile ilgili deneyimli gazeteci Hıncal Uluç’tan güzel bir yazı okumuştuk. Yazısının tümüne gövdemi basarım. Ben de, neden eski generasyondan bu kadar gazeteci yazar neden bunlara değinmezler diye hayıflanıyordum. Yazı Hıncal Bey’e yakışan bir yazı olmuştu. Şu son cümleleri beni o kadar etkiledi ki, ben de o usta kalemin son satırları ile yazımı bitirmek istedim:

“…Biz o millet miyiz bugün!. Bu vatanı kurtarmak, bu cumhuriyeti kurmak için can veren Mehmed'i anmaya yüz, 30 Ağustoslarda Bayram yapmaya hal mi bıraktılar?. Millet mi bıraktılar ortada ki, "Milli Bayram" olsun!..” Kalemine, diline ve yüreğine sağlık Hıncal Uluç usta.