(Karanlığa Kızacağıma, Mum Yakıyorum...)

Bir yazara, özellikle de bizim gibi amatör yazarlara keyif veren en güzel şey, “okunduğunu” bilmesidir.

Tanımadığı, yüzünü bile görmediği okuyucularından gelen olumlu tepkiler; amatör, profesyonel her yazara moral olur, onun yazma azmini kamçılar... Güzel sözler içeren iletiler, amatör, profesyonel her yazarı mutlu kılar...

Bazen de bunun tersi olur...

Elektronik posta kutunuza, maganda üsluplu iletiler gelir...

Tehdit dolu, hakaret dolu telefonlar alırsınız... Yanıt verseniz bir türlü, vermeseniz bir türlüdür...

* * *

Geçtiğimiz hafta elmeğimde; (felsefesini ve duygularını tam olarak sezemediğim) bir okurumun, oldukça uzun bir iletisini buldum...

Okurum iletisinde, özetle şöyle diyordu...

“...Siz kim için, kimler için yazıyorsunuz?... Neden yazıyorsunuz?... Demokrat olduğunuzu söylüyorsunuz ama demokrasinin olmazsa olmazı partileri küçümsüyorsunuz... Yazdıklarınıza katılmamak elbette mümkün değil, ama bana kalırsa siz, boşa kürek çekiyorsunuz.... O nedenle zahmet edip, hiç yazmayın, çünkü yazdıklarınız yere basmıyor, havada kalıyor... Eğer yazmaya devam edecekseniz, hiç değilse “uygulanabilirliği olan şeyler”, yazın!... (...)

Buza Yazılan Yazılar Kitabınızı okudum... Siz aslında buz üzerine de değil, su üzerine yazıyorsunuz!...”

Yazı bu minvalde (Alanya deyimiyle beni yumcalaya yumcalaya) devam edip gidiyor...

* * *

Okurlarımın şunları bilmesini, (özellikle) isterim...

Ben, şimdilik kaydıyla “buz üzerine yazdığımı”, zaten kabul ediyor ve bunu da sıkça dile getiriyorum...

Ancak sevgili okurum; yazdıklarımın, “buzun erime süresi kadar da, etki bırakmadığı”, kanaatini edinmiş... Olabilir... Saygı duyarım...

Bağnazlık, yobazlık düzeyinde olmadığı sürece, her türlü görüşe, her türlü düşünceye saygım var. Herkes inandığını söylemeli ve inancını savunmalı... Ama bunu yaparken, bunun doğruluğu, bunun mantığını da araştırmalı... Kişisel kaprislerin, kişisel beklentilerin esiri olunmamalı...

Önce bilgi, sonra fikir sahibi olunmalı...

Ben hep böyle yaptım...

* * *

Ben doğayı ve tüm canlıları seven bir çevreciyim…

Bizden sonra gelecek kuşaklara, aldığımız emanetleri bozmadan hatta daha da mükemmelleştirerek, teslim etmemiz gerektiğine inanan, bir insanım…

Tüm insanları seven, alt kimlikleriyle ilgilenmeden onları kucaklayan bir hümanistim...

Ülkesini, ulusunu seven, bilinçli ve gerçekçi bir yurtseverim… Bunlar benim felsefemin, olmazsa olmazları...

Tüm yaşamım boyunca hep bunun, hep bunların mücadelesini verdim…

Yazmak da, bu savaşımımın bir parçası…

Ben yazar değilim, gazeteci de değilim. Ama iyi bir okurum.

Ben üççeyrek asrı devirmiş, emekli bir bankacıyım.

Yazmak ne benim işim, ne hobim.

Yazmaktan hiç hoşlanmadığım halde, inatla “yazmaya” gayret ediyorum...

Yazmaya gayret ediyorum, çünkü “karanlığa karşı boşu boşuna söylenip durmaktansa, hiç değilse (yazarak) bir mum yaktığıma...” inanıyorum...

Yıllardır, okuyup araştırıp, doğruluğuna kanaat getirdiğim bilgileri; önceki bilgilerimle birlikte, aklımın potasında eritip, beynimin imbiğinden geçirip damıttıktan sonra; hiç kimseden takdir ve ulufe beklemeden, dürüstçe yazmaya çalışıyorum...

“Sen kimsin?... Kim oluyorsun?... Sana mı kaldı?” sorularına kulak asmadan, dogmaların, tabuların arasına sıkışıp kalmadan, ucuz kahramanlıklar, ucuz halk dalkavukluğu yapmadan, yalakalığa düşmeden yazıyorum...

bunu yaparken de, “insanlar beni sevsinler, beni beğensinler, bana ‘…Aferin / bravo, nasıl da döktürmüş ama… Helal olsun...’ desinler” diye de yazmıyorum...

Gazetedeki köşemi, küçük hesaplara alet etmiyorum...

donkişotluk da yapmıyorum...

Tüm sorunlarımızın, eğitimsizlikten kaynaklandığına; tüm insanlarımızın, bilinçli olarak “eğitimsiz” bırakıldığına; diplomalılarımızın da diplomasızlarımız kadar, “eğitimsiz” olduğuna, inanıyorum...

Yazılarımla, pek çok insanın tepkisini çektiğimi, onları kızdırdığımı da biliyorum....

Eğitim düzeyi 3,5 öğretim yılı olan bu toplum; sıra dışı insanları, sıra dışı söylemleri kolay kabul etmiyor. Yadırgıyor...

İstiyor ki, kimse kendisini sallamasın, silkelemesin, uyandırmasın!... Kendisini, uslamlama (muhakeme etme), düşünme, karşılaştırma, değerlendirme zahmetine sokulmasın...

Görmek istediğini görsün, duymak istediğini duysun, işine geleni istediği yerde, isteği şekilde yapsın...

Ben de istiyorum ki; kafamda günlerce kurgulayıp, saatlerce toparlamaya uğraştığım, bir o kadar süre de, noktasıydı, virgülüydü diye kafa patlattığım yazılarımın; her bir sözcüğü ve her bir tümcesi; insanları düşündürsün, ırgalasın, silkelesin... Uslamlama yeteneğini devindirsin...

Bunun için de istiyorum ki; yazılarımı her görüşten, her düzeyden, herkes okusun. Ama okurken de (görüşlerime katılmasa bile) sıkılmasın...

Bu nedenle tek bir yazımın üzerinde, günlerce çalıştığım oluyor... Yani yazmış olmak için yazmıyorum...

İstiyorum ki okurlarım; “...Bize farklı bir şeyler söyle. Biz bunları zaten ulusal gazetelerin köşe yazarlarının köşelerinde de okuyoruz...” demesin...

Ve en önemlisi, istiyorum ki; Yeni Alanya ve Çorum Haber Gazetelerinde, Alanya’da ve Çorum’da yaşayanlar için yazdığım bir yazı; Marmarisliyi de, Bodrumluyu da; Tokatlı, Kayserili, İzmirli, Erzincanlıyı da ilgilendirsin... Konyalı, Karslı, Adanalı, İstanbullu da, kendinden bir şeyler bulsun... Aynı tazeliği, aynı lezzeti alsın... Bundan bir pay, bir ders çıkarsın...

Nitekim çıkarıyorlar da.

Kırşehir’in, yerel gazetesi Arena Gazetesi’nden arıyorlar örneğin; falanca yazınızı gazetemizde yayımlayabilir miyiz?” diye…

Erzincan’ın, Bolu’nun yerel gazetelerinden arıyorlar…

… …

Kısacası ben, bu çerçeve içerisinde, inandıklarımı kâğıtlara döküyorum...

Haa döküyorum da ne oluyor?...

Doğru!... Yazdıklarım, (şimdilik) buz olup eriyor...

Doğru!... Yazdıklarım, (şimdilik) su olup, toprağa karışıyor, buhar olup uçuyor...

Doğru!... Yazdıklarım, (şimdilik) bazı insanları rencide ediyor, bazı insanları rahatsız ediyor...

Doğru!... Dilim sivri, üslubum biraz kırıcı geliyor bazı insanlara...

Ama bu benim tarzım...

Ben, insanlarımızın üzerindeki ölü toprağını silkelemek, onları sarsmak uyandırmak için böyle yazmam gerektiğine inanıyorum...

Kimse kusura bakmasın ama böyle yazmaya da devam edeceğim...

Başka yazanlar da çıkacak...

Onlar da yazacak, onlar da söyleyecek...

Hep birlikte yazıp, hep birlikte söyleyip, hep birlikte anlatacağız....

Hep birlikte eğiteceğiz, hep birlikte eğitileceğiz...

Böyle böyle, “düzgün insan” sayımız artacak...

Böyle böyle, analar ana gibi, babalar baba gibi, en önemlisi öğretmenler, öğretmen gibi davranmayı öğrenecek...

Analar, babalar, öğretmenler el ele verip; kendini ve çevreyi sorgulayan, doğruyu yanlışı ayırt edebilen, dürüst, güvenilir, insanları, doğayı ve tüm canlıları seven, kan akıtmaktan, kan görmekten hoşlanmayan, çevresiyle barışık gençler yetiştirmeye başlayacak.

Böyle böyle, “namuslular da, namussuzlar kadar cesur olacak!...”

Böyle böyle, “eğitim aşısı” tutacak...

Ve gün gelecek; tüm ahlaksızlar, yobazlar, takiyeciler, nifakçılar, bölücüler ve de çevreci felsefeye ihanet edenler; eğitim aşısı tutmuş bu toplumu; artık kandıramayacaklarını anlayıp, bu kenti, bu toplumu, bu ülkeyi terk etmek zorunda kalacaklar.

Yani?

Yani ben, yani biz (şimdilik), şu an için; buz üzerine yazıyoruz...