Emperyalizm, bir ülkede sınırları yeniden çizerek şehir devletleri oluşturmak istediğinde iki ana damar üzerinden çalışır. Etnik köken ve inanç…

 

Bu uygulamanın tarihteki son örneklerinden biri Yugoslavya’nın kan revan içinde bırakılarak parçalanmasıdır. Yugoslavya Sırp, Hırvat, Makedon, Boşnak, Arnavut etnik kökenler ile Hıristiyan – Müslüman çatışması çıkartılarak hücrelerine ayrıştırılmıştır.

 

Emperyalizmin virüsü Yugoslav ordusundaki astsubaylara bulaştırılmış, astsubaylar önce üstlerine haklarını savunurmuş gibi yapıp, üstlerine karşı gelmişlerdir.

 

Yapılan ince ayar sonunda ise Boşnak, Sırp, Arnavut astsubaylar birbirleriyle çatıştırılmış, etnik köken üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda, Yugoslavya ordusu parçalanmıştır.

 

Sözü Sabahatin Önkibar'a bırakalım...

 

“Kışla’da Türk-Kürt ayrımı ve Balkan faciası!

İki gündür bekliyorum Genelkurmay yalanlamadı.

Birgün gazetesinin birinci sayfadan yedi sütuna duyurduğu habere göre Ağrı 12.Mekanize Tugayı’nda askerler Türkler ve Kürtler diye birbirine girmiş ve yaralananlar olmuş.

Eğer bu haber doğru ise bunun adı ve açılımı TSK’nin fiilen çökmesidir.

Öyle, çünkü böyle bir virüs orduya musallat olursa o yapı çürür ve çöker.

Koca bir Balkanların Osmanlı’nın elinden çıkması buna benzer bir rezilliğin sonucudur.

Politize olan ve içinden birbirine düşen Ordu bu ülkeye unutulamayacak bir Balkan faciasını yaşatmıştır.

Uyarıyorum Ağrı’da yaşananlar benzer bir tehlikeyi işaret ediyor.

Peki, bunun sorumlusu kim midir?

 

AKP iktidarıdır çünkü TSK’yı yıllar yılı terör örgütü gibi sunup kuyularda öldürülen Kürtlerin cesedini arayan ve dolayısı ile Kürt kökenli gençlere o kini veren onlardır.

Sadece bu tablo bile AKP zirve kadrolarını Yüce Divan’a götürür!”

 

Sabahattin Önkibar'ın yazısında değindiği haber doğru ise aynı ölümcül virüs, Türk ordusuna da bulaştırılmıştır. Komutanları Silivri ve Hasdal zulümhanesinde esarete mahkûm edilen TSK'da emir-komuta zinciri kırılarak yaratılan boşluktan faydalanmak için adımlar atılmaktadır. Atılan adımların kökeni ise etnisiteye ve kışkırtmaya dayanmaktadır.

 

Güneydoğu komşumuz Irak da aynı tertibin kurbanı olmuş, etnik ve dini temelde bölünmüştür. 

 

ABD 2003’de Irak’ı işgalinden sonra Türkiye ABD ile komşu olmuştur! Irak ise Kuzey’de Kürt bölgesi, ortada Sünniler Güney’de Şiiler olarak üçe ayrılmıştır. Kuzey Irak’ta Barzani’nin denetimindeki bölge PKK için adeta kurtarılmış bir cumhuriyet olmuştur. Öyle ki 2002’de bitme noktasına gelen PKK terörü öyle tırmandırılmıştır ki mevcut iktidar terörist başı ile masaya oturarak müzakerelere başlamıştır.

 

Türkiye eski bir filmin yeni oyuncularla çekilen 21. yüzyıl uyarlamasını izlemektedir.

 

Osmanlı Devleti’nin parçalanması, daha doğrusu Türklerin Anadolu’dan Orta Asya’ya gönderilmesi için Ermeni, Kürtler ve Yunanlılar kullanılmıştır. Bunların yanında malum tertip için de her türlü unsur devreye sokulmuştur. Gericilik (inanç drajeli), muhtelif işbirlikçi ve hain… Hedef Büyük Ermenistan ve Büyük Kürdistan’dır.

 

“Büyük” sıfatıyla sunulan bu iki önerme / dayatma, ilk kez 1815’de Viyana’da telaffuz edilen “Şark Meselesi”nin uzantı dosyalarıdır.

 

Bu tertibi bozan ise Çanakkale savunması ile başlayan dönemde çekiçle örs arasında çelikleşmeye başlayan Türk milletidir. Bu süreç, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Cumhuriyet ile taçlandırılmıştır.

 

Kurt, kuş, su uyur, emperyalizm uyumaz…

 

Emperyalizm, kurumlaşmış bir sistem olup defterine yazılan iş emirleri kişilerle sınırlı değildir. BOP’nin kökleri ABD Başkanı Wilson’un kendi adıyla anılan prensipler silsilesinde saklıdır. Bozguna uğrayıp yenilse de, inadım inat adım emperyalist murat diyerek çalıyı dolanır.

 

Bugün ana gövdesi Türkiye’de olduğu söylenen “Büyük Kürdistan”ın kurdurulması için etnik temelde bir çatışma çıkartılması ve kıvılcımların yellenerek yangına dönüşmesi hedeflenmektedir. Son on yılda etnik köken üzerinden yürütülen psikolojik savaş meyvelerini verme noktasına getirilmeye çalışılmaktadır.

 

Etnik köken kıvılcımları oluştuktan sonra Kürt kartının karşısına çıkartılacak unsur Türk kartıdır.

 

1984’den beri otuz binin üzerinde vatan evladının şehit edildiği ortamda çatışmadan birlikte yaşayan bir toplum, Türk milleti, hızla iç savaşa doğru sürüklenmek istenmektedir.

 

Burada şu gerçeğin altını özenle çizmeliyiz.

 

Türk milletinin bir ferdi, bir yurttaşı olmak ile bu milleti oluşturan etnik yapıların (kavim, milliyet) mensubu olmak çok farklı bir boyuttur.  Bu konuda en açıklayıcı ifade Mustafa Kemal Atatürk’ün tanımıdır. “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”

 

Bu tanım, hangi etnik kökenden ve/veya inançtan olursa olsun 1914-1923 arasında Türk Bağımsızlık Savaşı’nda kimler Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki mücadeleye katılmışsa Cumhuriyet onlar tarafından kurulmuştur.

 

Özetlersek…

 

Bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti herhangi bir etnik temel üzerine kurulmamıştır. Kemalizm’in ilkelerinden biri olan laiklik de bu yapının temel taşıdır.

 

Bugün uygulanmak istenen plan, Türk-Kürt çatışması çıkartarak dış müdahaleye kapı açmaktır. Bazı BDP’lilerin Karadeniz’de Sinop ve Samsun’a gitmeleri bu tertibin önemli bir hamlesidir. Gösterilen milli refleks sebebiyle Trabzon gezisi iptal edilmiştir. Ancak psikolojik savaş dozu arttırılarak devam etmektedir.

 

Yıllardır emperyalizmin kucak bohçaları tarafından ekilen düzenli olarak sulanan etnik nifak tohumları sürgün vermiştir.

 

Birgün gazetesinin birinci sayfadan, yedi sütuna manşet haberi bu tehlikenin işaretlerinden biridir. Habere göre Ağrı 12. Mekanize Tugayı’nda askerler Türkler ve Kürtler olarak ayrışarak birbirlerine girmişler ve yaralananlar olmuştur.

 

Bu haberin Genelkurmay Başkanlığı tarafından yalanlanmaması ise “sükût ikrardan gelir” deyişini hatırlatmaktadır.

 

Böylesi yaşamsal bir konuda en yakın örnek Yugoslavya’dır. Kendi tarihimizde ise Balkan Savaşı ibret alınması gereken bir dönemdir. Mustafa Kemal Atatürk’ün ordu-siyaset ilişkisindeki kırmızıçizgileri tarihten alınan ibretin sonucudur.

 

Türkiye hızla Türk-Kürt çatışmasın, iç savaş ifadesini kullanmak istemiyorum, zemini birileri tarafından hazırlanmak için azami çaba gösterilmektedir. Eş-Başkan ve muhtelif şeriklerinin medya kuşatmalı bir şekilde terörist başı ile masaya alenen oturmasının etkenlerinden biri de bir “Kürt Baharı” ile deliğe süpürülmektir. Erdoğan’ın masaya oturmaktan başka çaresi kalmamıştır. İfadelerine dikkat ederseniz bu gerçeği saklayamadığını göreceksiniz.

 

Bu durum yabancı basına,  Wall Street Journal gazetesine şöyle yansımıştır. “Esad yönetimi, Türkiye’nin Suriyeli isyancılara desteğine yanıt olarak, Kürt milislerin alanlarını genişletmesine izin verdi. Bu bağlamda, Güneydoğu’da artan şiddetin Suriye’deki iç savaştan bağımsız olamayacağı görüşü ortaya çıktı. AKP hükümeti şiddetin artmasından korkarak, PKK ile doğrudan görüşmelere başlamayı göze aldı. ” 

 

Sonuç…

 

Türk milleti etnik temelde hücrelerine ayrılarak ulus devlet parçalanmak istenmektedir. Bu durumu anlamamak için ne olmak gerekir, sorusunun yanıtını size bırakıyorum. Olası bir Türk-Kürt çatışmasına karşı toplumun bütün kesimlerini uyarmak görevimizdir. Bu nedenle de yazılarımızda “Türk milleti” ifadesini kullanmaya özen gösteriyoruz. Türk milletinin bir ferdi, Cumhuriyetin bir yurttaşı olmak ile etnik temelde Türk olmanın yaşamsal farkının altını bir kez daha kırmızı kalemle çizmek istiyorum.

 

“Ne mutlu Türküm diyene”…