Ne mutlu Türk’üm diyene sözü, birilerinin dillendirdiği gibi şoven duygularla söylenmiş, sıradan bir söz değildir.
Öyle olsa, “Ne mutlu Türk olana” denir, geçilirdi.
Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü; Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan asli unsurları (Türkleri, Rumları, Çerkezleri, Kürtleri ve de Lazları), “bir üst kimlikte toplayan” bir sözdür. 
Bu coğrafyaya farklı yerlerden gelmiş ancak yüzyıllardır bu topraklarda kader birliği yaparak birlikte yaşayan insanların üst kimliğidir Türklük…
Yoksa Kürt, Kürt’tür; Laz da Laz…
Rum, Rum’dur; Çerkez de Çerkez…
Bunlar alt kimliklerdir.
Kişi kendisini, bu alt kimliklerden hangisine ait görüyorsa; ben şuyum diyebilmelidir. Bu onun en doğal hakkıdır.
Nitekim diyor da…
Biz bu devleti, Türk’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Kürt’üyle, Rum’uyla hep birlikte kurduk ama bu devletin adı Türkiye, ana dili Türkçe, bu devletin yurttaşlarının tümünün üst kimliğinin adı da TÜRK’ tür.
Tıpkı, İngiltere vatandaşlarının kimlik adının İngiliz; Almanya vatandaşlarının kimlik adının Alman; Rusya vatandaşlarının kimlik adının Rus olduğu gibi… 
Anayasamızda Türkiye devletinin resmî ideolojilerinden biri Atatürk milliyetçiliğidir. Milliyetçilik bu ülkenin resmi ideolojisi değildir ama Atatürk milliyetçiliği bu ülkenin resmî bir ideolojisidir. Atatürk’ün temelini attığı bu milliyetçilik çeşidinde ırkçılığa yer yoktur.
Bunun özeti de “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözüdür.
Atatürk. Türk milletini ırk esasına dayandırmadığını; “Türkiye Cumhuriyetini kuran Anadolu halkına Türk milleti denir” sözüyle İfade etmiştir.
*       *       *
Uzun sayılabilecek bu girişi sözü bir yere, densiz bir olaya getirmek için yaptım.
Yıl 1974, aylardan Temmuz.
Yer, Büyükada…
Kıbrıs Harekâtının hemen sonrası…
Densiz bir polis hocası; kıçını yırtarcasına bağırıyor.
“Ulan sizi Anadolu'dan sürdük, İzmir'de denize döktük.. Buradan da atacağız!”
Oysa milyonlar daha farklı bağırırdı O’na.
"Ver Lefter'e, yazsın deftere!.
Futbolseverler türbinlerde böyle bağırır; gazeteler de böyle yazardı.
“Ver pası Lefter'e; yollasın topu filelere.”
Milyonlar onun müthiş futbolunu ayakta alkışlardı.
Çünkü Lefter Küçükandonyadis sadece Fenerbahçe'nin değil, Milli Takımımızın da yıldızıydı.
Ay-yıldızlı Ulusal Formanın nice zaferinde O'nun imzası vardı.
50 kez giymişti Lefter, o formayı.
23 kez de milli takımın kaptanlığını yapmıştı.
Halkın kahramanıydı.
Ama doğuştan bir kusuru(!) vardı.
O bir Rum'du.
Bu toprağın insanı da olsa, bu devletin vatandaşı da olsa, Diyarbakır’da 4 yıl askerlik yapmış da olsa, vergisini aksatmadan ödese de; o bir gavurdu(!).
Bu devlet, Türk ve Müslüman olmayanı sevmezdi!
1974 yılının Temmuz ayıydı.
Lefter, Büyükada'daki evini, paranın tamamını almadan satmıştı.
Alıcı 6 ay içinde paranın tamamını verecek; Lefter de evden çıkacaktı.
Söz vermişti taraflar birbirine.
Çünkü söz, imzadan daha önemliydi Lefter için…
Üstelik arada hatırı sayılı tanıdıklar vardı.
Lefter, o tanıdıkları kıramazdı.
Hiç tereddüt etmeden satış sözleşmesini imzaladı.
Aradan henüz bir ay bile geçmişti ki; bir sabah evin yeni sahibinden ihtarname geldi.
"Evi boşaltın!"
Lefter şok olmuştu.
Tarih 21 Eylül 1974.
Lefter derdini anlatmak için soluğu Büyükada Emniyet Amirliğinde aldı.
İçeride evi alanın avukatı, 4 polis memuru, bir komiser muavini, bir de komiser vardı.
Avukat, aynı zamanda polis kolejinde öğretmendi.
Devlette önemli tanıdıkları vardı ve emniyet camiasında el üstünde tutuluyordu.
Arkası kuvvetliydi yani.
Lefter adımını atar atmaz, avukat bağırmaya başladı.
"Ne işin var ulan burada? Hemen terk et evi."
Şaşırmıştı Lefter.
Kendisinin şikayetçi olduğunu söylemeye çalışıyordu.
Avukat iyice sinirlenmiş, esas duruşta bekleyen polislerin önünde hakaretlere başlamıştı.
"O evi hemen boşalt, yoksa kafana yıkarım."
Lefter, "Beyefendi paramı vermeden nasıl evimi alırsınız?" demeye kalmadan, avukatın gerçek yüzü çıktı ortaya..
"Ulan!.. Biz sizi Anadolu'dan İzmir'e sürüp, orada denize döktük… Buradan da atacağız"
Lefter "Doğru konuşun. Ben bu ülkenin vatandaşıyım…50 kez milli forma giydim. Türk’üm…" dedi.
Bunun üzerine avukat, polislerin gözünün önünde "Sus Gavur" diye bağırdı ve iki şiddetli tokat attı.
Dünyası yıkılmıştı Lefter'in.
Avukata karşılık vermek istedi ama araya polisler girdi.
Önce bir avukatın gözüne baktı, sonra esas duruşta bekleyen polislerin.
Bu polisler bu avukatın öğrencileriydiler.
Tekrar tekrar baktı gözlerine.
Ve birden aklına 1947 yılında Ay Yıldızlı formayla Atina'da attığı 2 gol geldi.
O gün binlerce Yunanlı, Lefter'in muhteşem gollerini "Turco, Turco" diye alkışlamıştı..
Yunanistan'da O'na "Türk" diyorlardı.
Anavatanı Türkiye'de ise "Gavur"
Karakolun kapısını vurdu, çıktı, gitti.
Ve o günden sonra Hürriyet Gazetesinde Talay Erker'e verdiği tek röportaj dışında bu konuyu kimselerle konuşmadı.
13.01.2012 yılında da karmaşık duygularla göçtü gitti bu dünyadan
... …
Futbol Federasyonu, 2018-2019 sezonu liginin adını, "Lefter Küçükandonyadis Ligi" koydu.
Ve ülkenin malum densizler grubu anında “Rum Ligi” diye hakaretlere başladı.
Kim bilir öte dünyadan belki Lefter de (22.12.1925–13.01.2012)  yaşadıklarını bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirip acı acı gülümsüyordur. 
*       *       *
Şunun için anlattım bunları.
Pek çok Rum’un, Kürt’ün, Laz’ın ve Çerkez’in bu ülkeye ve topluma katkılarının binde biri kadar hizmeti olmayan mafya bozuntuları; bu kardeşlerimizi horlayıp, iteleyip, kakalayarak; şovenist Türkler arasında prim toplarlar ya; işte buna çok üzülür, buna kahrolurum.
Onun için kaleme aldım bu yazıyı…