Daha önce, FETÖ tezgahı mor beyin mağduru bir yargıçtan bahsederken, yargıda ''bağımsızlık'', ''kuşku'' kavramlarının önemine atıf yapmıştık.

Yargıçlar Sendikası olarak, evrensel hukukun ülkemizde hakim kılınması için üzerinde en fazla durduğumuz konu, yargı bağımsızlığı, yargıç güvencesi ve yargıda liyakat sorunudur.

2012 ve ya 2013 yılında Ulusal Kanal'da katıldığımız bir programda, o günlerde halen hükümete ortak görünen Fetullahçıları tartışmıştık. Orada, ''Fetullahçıları eleştirmek hükümeti eleştirmekten zordur'' demiştim. Bu iddiamı başka ortamlarda da sıkça dile getirdim.

Bu söylem ve davranışlarımız, hükümete yakın yargıçlar ve 2014 kurulu tarafından sık sık sorgulandı. Neden hükümetin yargı politikalarını eleştirirken Fetö’ye daha az eleştiri getirdiğimiz merak edildi. Hatta hakkımızda sanki Fetö’yü koruyormuşuz gibi dedikodu edenler bile oldu. Kendi payıma Fetö’den çok hükümetin yargı politikalarını eleştirmemin temel gerekçesi, yargı politikalarının bir tarikatın insiyatifine bırakılamayacağıydı. Diğer neden de Fetö’nün ilginç ajan üreten kumpasa meyilli yapısı. Yani hükümeti eleştirmek çok çok sürgün ve soruşturma nedeni olabilirdi (zaten oldu da), ama Fetö’yle savaşmak özellikle dijital kumpaslara uğramak demekti. Süreç bize bunu 2010'ların başında öğretmişti. Yine de dönemin Demokrasi İçin Avrupa Yargıçlar Birliği (MEDEL) Başkanı olan İtalyan Başsavcı Vito Monetti'ye, Türk Yargısının nasıl bir Fetullah cemaati kıskacında olduğunu defalarca anlatmıştık. (Ümit Kocasakal ve Ömer Faruk Eminağaoğlu ile birlikte.)

Bu konuda her platformda, cemaat denen yapının tehlikesine işaret etmiştik. O günlerde hayalet bir örgüttü Fetö. Hiç biri Fetö’yle irtibatını kabul etmiyordu. Dahası, 2010 HSYK üyeleri hükümet listesinden seçilmişlerdi. Fetö’ye laf ettiğimizde en önce şimdiki hükümet destekçilerini karşımızda buluyorduk. Adalet Org arşivlerini kurcalarsanız bu durumu açıkça görürsünüz.

Silivri'de İstanbul Jandarma Komutanı Hüseyin Albay'ı tuhaf ve hukuk dışı gerekçelerle mahkum edenlerden biri ile girdiğim tartışmadaki yalnızlığımı bugün başka konularda hissediyorum. Doğu Perinçek'e, Silivri yargılamaları sırasındaki savunmaları kapsamında söylediklerinden dolayı, sudan sebeplerle toplam 20 yılı aşkın ceza veren bu sözümona yargıcın kibrini, şimdi de başka karar makamlarını işgal edenlerde görmek umutlarımı kırıyor.

O zamanki adıyla ''muhterem hocaefendi yandaşları'', şimdiki adıyla FETÖCÜ olan tayfadan uzak görünmenin nedenlerinden biri de ''çamur etkisi''dir. Ulusal Kanal'da dile getirdiğim gibi, bu hayalet adamların yetiştirildikleri ülkede edindikleri teknolojik casusluktan hep çekinildi. Siyasi parti lider ve diğer mensuplarının özel yaşamlarını nasıl ifşa ettiklerini hepimiz biliyoruz. Danıştay'da bir üyenin odasına dinleme cihazı yerleştirirken yakalanan sözde yargıcı hepimiz hatırlarız.

Fetöcü tayfanın asıl korkutan tarafı ise bilgisayar teknolojisine olan hakimiyetleridir. Bu tehlike hala sürmektedir. Kes kopyala yöntemiyle sesler, görüntüler, yazılar oluşturup, sosyal medya üzerinden muhaliflerini yaralama yoluna gitmeleri tehlikesi hala sürüyor.

İşte başlangıçta bahsettiğim kadın yargıç da böyle bir kumpasın kurbanı olmuştur. Bu kez kumpasın amacı, kendi yandaşlarını bylock tehlikesinden korumak için yeni masum kurbanlar seçtikleri anlaşılmaktadır.

Şimdi gelelim asıl soruna. Artık yurttaşımız, hakkında ortaya atılan özellikle Fetö suçlaması gibi kendisine yapışacak çamurlardan korkuyor. Bu nedenle telefon dolandırıcılarına dünya kadar para kaptıran var. Fetullahçıların Zaman Gazetesi'ni okumayanların neredeyse düşman kabul edildiği, Fetullah yurtlarında kalmayanların devlet memuriyetine alınmadığı dönemlerden geçtik. Yararcılığı, güce biat etmeyi hayatta kalma refleksi sayan bir toplumda, işini yürütmek isteyen bir çok yurttaşın Fetullahçılarla teması oldu. Bu milyonları geçen kitlenin Fetöcü damgası yeme kaygıları sürüyor.

Ama asıl sorun, Fetö’yle geçmişten beri düşman olan muhaliflere de Fetöcü çamurunun yapıştırılma riskidir. Çamurlama işini, genellikle kendisini gizleyen devlet içinde etkinliğini sürdüren Fetöcü unsurların yaptığına dair yaygın bir kanı var. Ayrıca, geçmişte Fetö tarafından unvanlandırılan yargıç ve savcıların bir çoğu (ki bunların çoğu aslında Fetöcü değil), kendilerini aklamak için öteki gördükleri muhaliflere çamur atıyor, onları Fetöcülükle suçluyorlar.

El netice, devlet idaresinin nazikliği de dikkate alınarak, bu tür peşin yargılardan özellikle adli süreçlerde uzak durulması, toplumu bir ölçüde rahatlatacaktır. Ohal e gerekçe olan Fetö kalkışma tehdidinin neredeyse sıfırlandığı herkesin malumudur. Bu aşamadan sonra, elinde Fetö damgası gezerek masum olma olasılıkları yüksek insanların kriminalleştirilmesinden uzak durulmalıdır. Yargılamalarda, deliller irdelenip serbestçe tartışılmadan kolay tutuklama ve mahkumiyet kararları verilmemelidir. Karar mercilerindeki yargıç ve savcılar maddi gerçeği bulma konusunda rahat bırakılmalı, hatalı karar vermelerinin önüne geçilmelidir. Şüphe sanık lehine yorumlanmalıdır.

Özellikle 2014 HSYK üyelerinin yukarıda özetlenen Fetö tehdidi anlamında nasıl bir risk altında oldukları bilinen bir gerçektir. Fetö’nün yargıdan ayıklanması gibi olması gereken bir konuda, tıpkı süreçlerde karar verici olarak yer alan yargıçlar gibi ciddi riskler almışlardır. Karşılarında, uluslararası çalışan bir ajanlık örgütü vardır. O nedenle, yaptığımız eleştirilere aşırı tepki verdiklerinin farkındayım. Ama bu tepkilerin aşırılığı zaman zaman adaletsiz durumlara neden olmaktadır.

10 yıldır konuşup yazan yargı dernek ve sendikacılarına karşı birdenbire ard arda soruşturmalar açmak, onların aile ve çocuklarının durumlarına aldırmadan, uzak yerlere tayin etmek, toplumda adalete olan güven duygusunu ağır derecede sarsmaktadır. Unutulmamalıdır ki, sendikacı, iktidarlara övgü duymaz. Bu, sendikacılığın eleştirel ruhuna aykırıdır. Sivil toplumculuk, eleştirmeyi ve hatalı uygulamalar konusunda yol göstermeyi gerektirir. Böylece toplum, analitik süzgeçten geçerek daha doğru yönetilir. Bu nedenle demokratik kitle örgütleri demokrasinin özüdür. Sanılmasın ki, Yargıçlar Sendikası başka bir iktidar geldiğinde ona övgüler düzecek. Yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesine, insan haklarına aykırı uygulamalar gördükçe eleştirmeyi ve uluslararası hukuk referansında yol göstermeyi sürdürecektir. Sendikanın varlığı değil, sendikasızlık demokratik toplum için tehlikedir.

Biz bugüne dek hukukun genel ilkeleri ve uluslararası hukuk açısında değerlendirilmemiz gerektiğini yetkili kurullar ve siyasilere anlatamadık. Ancak, geleneksel hukukun irdelenmesi yoluyla da adalete ulaşmak mümkündür. HSK'nın sayın üyelerinin de uygulamalarında, ''öteki'' olan yargıç ve savcılara karşı hiç olmazsa bu yaşlarına kadar dinledikleri Hz. Ömer adaletine benzer bir yaklaşım sergilemeleri toplumun yararınadır. Eğer Hz. Ali'nin kişisel hırslar ile devlet çıkarı birbirine karıştırırsa gazi değil katil olunacağı anlayışı sürdürülmek isteniyorsa; farklı görüşten olmak, kendilerini eleştirmek gibi eylemleri nedeniyle öteki gördüklerine karşı evrensel hukuktan ayrılmamak gerektiği apaçıktır.

Herkese, hukuk güvenliği içinde oldukları yeni bir yıl dilerim.