I

Nasıl da özlemişim bakmayı, an be an değişen açısını zamanın.

“Ben geldim bilesiniz” diyor sonbahar, eylülün sayfalarını çeviren bir esintiyle.

Muzip köşesi aklımın gülümsüyor. “Unuttun mu yoksa?” diyor, “Daha ortalarında temmuzun nasıl yaprak döktüğünü ulu çınarın.”

Şeylerin hâlden hâle geçen sürekliliği, zaman zaman içinde bir döngü çünkü. Yazın ezberletilen algısına bakıp göremesek de biz, pastel feracesiyle güz işmar etmektedir geleceğini. Eskilerin “Ağustos’un yarısı yaz, yarısı güz” demeleri de hep ol sebeptendir.

Doğa, zaman zaman içinde bir döngüyü, her mevsimin yelpazesinde bir ilkyaz coşkusu olduğunu dört mevsim yeşil kalan ağaçlarla anlatmaz mı bize?

II

Nasıl da özlemişim bakmayı.

Bir anı fotoğraf çekercesine rapt ve zapt eden metinler vardır. Her şey donup kalmıştır sanki. O anın nereden geldiği, nerelere gideceği kadraj dışındadır. O metne bakanların ezberlerini de bakış açımıza eklediğimizde şeylerin hâlden hâle geçen sürekliliği devre dışıdır artık.

Bir metnin içindeki bir tümceyi veya bir paragrafı da çekerek aynı şeyi yapmamız mümkündür şüphesiz. Örneğin, sonbahar… Adı üstünde sondur. Doğanın ölümünü, hayatın bitimini ifade etmek için evrensel bir metafordur sonbahar.

Halbuki doğanın kesintisiz akışında sonbahar, yaşamın kendini yenilemek, yeniden oldurmak için hazırlanmasından başka bir şey değildir aslında. Bir gün öleceğini bilen tek canlı olan insan, bu mevsime sonbahar diyerek kendi ölümüne hayıflanmaktadır ta eskil çağlardan beri.

Katılımcı okur olarak size düşen ise edebiyatımızın seçkin ustalarının sonbahar şiirleri arasında bir gezinti yapmak olacaktır şüphesiz. Yahya Kemal’den Nazım Hikmet’e, Attila İlhan’dan Hasan Hüseyin’e, Ümit Yaşar’dan Barış Erdoğan’a ve adını sayamadığım nice şaire… Bir de sonbahar, hazan ve güz şarkıları var ki doyulmaz tadına.

III

Doğa, ışığın ana be an değişen açılarıyla pozlar veren usta bir modeldir. Dört mevsim de kendi içinde ana be an değişen ışığa sahiptir.

Fotoğraf ve doğa ilişkisinde fotoğrafın yerine yazı, resim vb. sanatları koyabiliriz şüphesiz. Çekilen her fotoğraf o anı ve ışığı rapteden bir görüntüdür. Ancak bu anlık görüntünün içinde bile bir hareket saklıdır.

Bu satırları yazarken Bakırköy Belediye Tiyatrosu günlerinden anılar kıpırdıyor belleğimde. Basına verilecek ve fuayeye asılacak oyun fotoğraflarının çekimini herhangi bir fotoğrafçı yapmazdı. Çekimler oyun oynanırken yapılırdı. O dönemin teknolojisiyle kontak baskı denen minik karelerden fotoğraf seçerdik. O fotoğrafların özelliği içinde aksiyon (hareket) olmalarıydı.

Bu sözden hareketle şiir de bir anı resmetse bile içinde aksiyon olan bir metin olmalıdır. Poz durağanlığı ne doğanın ne de sanatın dinamizmine ve diyalektiğine uymaz ne yazık ki.

Şiirde var olan aksiyon metnin sınırlarını zorlarken okurun da çağrışım açılarını genişletecektir.

(Aksiyon; doğa, insan, toplum ve kâinat arasındaki diyalektik ilişkidir.)

III

Kimlik, kişilik, demlik üçgeninden bakıyorum. dedim ya nasıl da özlemişim bakmaya.

Karanfilli çay demlenirken, kimlik ve kişiliğin hayatın demliğinde pişmek olduğunu görüyorum bir kez daha. “Hamdım piştim” diyen Yunus’a selâm olsun.

Pişmek zamanın güneşiyle, hayatın ateşinde dem almak değilse nedir? Pişmesini bilene elbette. Bazı sözler de işler de kendi demini almayı bekliyor şüphesiz.

IV

Gökte yıldız seçmek

Harflere

Baktıkça gözlerine