Acısıyla, tatlısıyla koca bir yılı daha devirdik.
Göz açıp kapayana geldi, geçti her şey.
Ömrümüzden bir yıl daha eksildi.
* * *
Sevdiklerimizi yitirdik.
Ağladık.
Beklentilerimiz gerçekleşmedi. Tatsız şeyler yaşadık.
Üzüldük.
Pek çok şey gönlümüzce olmadı. Bazılarımızın işleri tıkır tıkır yürürken; bazılarımızın işleri, iyi gitmedi.
İşleri iyi gidenlerimiz mutlu, gitmeyenlerimiz mutsuz oldu.
Çocuklarımız, yeğenlerimiz, torunlarımız dünyaya geldi.
Sevindik, mutlu olduk, kabımıza sığamadık.
Takımlarımız kaybetti, rakiplerimiz kazandı.
Kazananlar sevindi, kaybedenler üzüldü.
Umutlarımız, hayallerimiz, sevdalarımız vardı.
Gerçekleşmedi, mutsuz olduk.
Yani?
Yani, sıkıldığımız, bunaldığımız günler de oldu, zevkten dört köşe olduğumuz günler de…
Acılarımız da oldu, sevinçlerimiz de…
Güldüğümüz de oldu, ağladığımız da…
Sonuçta, öyle ya da böyle, koca bir yıl daha geçti, gitti.
Gerçekleşmeyen umutlarımız, bir sonraki yıla ya da yıllara kaldı.
* * *
Tek tek, hepimize biçilmiş bir ömür var.
Sonuçta bizler; öyle ya da böyle; bizlere biçilmiş rolleri oynarken, bize biçilmiş o ömrü dolduruyoruz.
İşin özünde insanız, duygularımız var.
Arzularımız, beklentilerimiz, umutlarımız, hayallerimiz, sevdalarımız var.
Bu hasletler bizi, diğer canlılardan ayıran en önemli özellikler.
Arzulayacağız elbet.
Beklentilerimiz, hayallerimiz, umutlarımız olacak.
Bunların gerçekleşmesini isteyeceğiz.
Hemen olmasını, bu yıl olmasını, olmadı önümüzdeki yıl olmasını isteyeceğiz.
Böyle olmasını, “umacak”, böyle olacağını “sanacağız”.
Kim engelleyebilir ki bunu?!...
* * *
Bütün bunları, bir yere gelmek için söylüyorum.
Her yılbaşında (ya da öncesinde) bir ya da birkaç yobaz çıkıyor; “Efendim yılbaşı, Hıristiyan kültürüdür, bize yakışmaz, günahtır, şöyledir böyledir…” diyor.
Bu yılbaşı öncesinde de böyle birileri çıktı.
İnanır mısınız, bu tür yobazca söylemler (yine) dillendirilecek diye, her yılbaşı yaklaştığında, hafakanlar basıyor bana.
Bu çağda (hâlâ) bu yobazlık, niye?…
* * *
Hiç kimsenin, Hazreti İsa’nın doğumunu moğumunu kutladığı yok.
Bir yıl bitiyor, yeni bir yıl başlıyor.
Siz buna “bir yıl ölüyor, yeni bir yıl doğuyor…” da diyebilirsiniz.
Bu inanç, bu düşünce, bize (İslamiyet öncesi) atalarımızdan geçen bir gelenektir.
Bunun özentiyle, yozlaşmayla ne alakası var.
* * *
Hıristiyanların, Hz. İsa’nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı; atalarımız Türkler için de yeniden doğuş bayramıdır.
Atalarımızın bu bayrama verdikleri ad da “NARDUGAN” dır. (Nar, güneş; nardugan da doğan Güneş demektir.)
Atalarımız Türklerin geleneklerinde de çam ve çam süsleme geleneği vardır.
Atalarımızın (Tek Tanrılı dinlere geçmeden önceki) inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunurdu ve atalarımız buna “hayat ağacı” derlerdi. Nitekim bu ağaç motifini, eski kilim ve halılarımız üzerinde de görebilirsiniz.
Bu bilgilerden hareketle, denilebilir ki; belki de Batılılar ve de Hıristiyan Dünyası, “çam ve çam süsleme geleneğini” biz Türklerden aldılar.
* * *
Kaldı ki, bütün bunlar bir yana, yeni bir yıl; yeni umutlar, yeni beklentiler, yeni heyecanlar demektir.
Ummak, sanmak, beklenti içersine girmek, demektir.
Her yılbaşı öncesi birileri çıkıyor, fetva veriyor; her şeye nane, her şeye maydanoz oldukları gibi buna da maydanoz oluyorlar.
“Umma!...” diyorlar, “Sanma!... Beklenti içersine girme! Heyecanlanma! Kutlama!… ” diyorlar.
Yahu sana ne kardeşim, size ne?!...
Sana ne benim hayallerimden, umutlarımdan, beklentilerimden?!…
Kime ne?!...
Sıfatı, unvanı, titri ne olursa olsun; kim, ne hakla, hangi mantıkla, benim insanca duygularımı yok etme hakkını kendinde görebilir ki…
Bu nasıl bir densizlik, nasıl bir izansızlık!?
Bu nasıl bir kuş beyinlilik!?
* * *
Dilemekle olmuyor ama yine de dileyelim biz.
2015 yılı, “aklın, doğru öğretilerin, güzel düşüncelerin egemen olduğu yıl olur” inşallah. Kimse, kimsenin neyi kutladığına, niye kutladığına karışmaz.
Yeni yılda her şey gönlünüzce olsun…