Evet, nankörsünüz…

Nankör…

Cahilsiniz çünkü, zırcahil..

Kiminiz diplomalı, kiminiz diplomasız cahillersiniz…

Doğruyla, yanlışı; iyiyle, kötüyü ayırt edemiyorsunuz.

Uslamlama (muhakeme) yeteneğiniz yok çünkü.

Saplantılarınız var.

Saplantılarınız öyle boyutlarda ki; kendi saplantılarınızla yetinmiyor, istiyorsunuz ki; herkes kendiniz gibi saplantılı olsun. Herkes kendiniz gibi davransın; sizin gibi, düşünsün, sizin gibi zırvalısın.

Sizin gibi hiçbir şey üretmeden tüketsin, dinle yatsın, dinle kalksın ve de dinle kafayı bozsun…

Yahu sana ne kardeşim, benden / bizden, size ne!...

Siz nankörseniz, siz kuş beyinliyseniz, siz vatan hainiyseniz, siz Arap olmuş, Araplaşmışsanız; biz de sizin gibi olmak, sizin gibi düşünmek zorunda mıyız?

Biz de sizler gibi nankör olup; bu ülkemizin kurtarıcısına ve kurucusu Önderimiz Atatürk’e, sizin gibi densizce sözler söylemek zorunda mıyız?!…

Bre Tanrı’nın zırcahilleri; gelişmiş ülkeler, uzayda cirit atıyor; biz de ülke olarak sizlerin yüzünden yerlerde sürünüyoruz.

Neden, niçin, niye gerçekleri görmüyor, bu ülkenin geleceğiyle oynuyorsunuz?

Tüketmekten başka bir işleviniz yok; hiç değilse üretenleri engellemeyin…

Şu resimlere bir bakın hele; bu Araplaşmaya özlem niye?

Kimsiniz siz?

Türk mü, Arap mı?

* * *

Buradan, şuraya geleceğim.

Yıllardır, ailemizin fotoğrafçısı diyebileceğim, bir fotoğrafçım, bir arkadaşım, bir kardeşim var.

Kendisine zarar vermemek için adını, sanını vermiyorum.

Sadece şu kadarını söyleyeyim, kendisi yurtsever, Atatürkçü, pırıl pırıl bir genç.

Stüdyosunda ülkemizin kurtarıcısı ve kurucusu Atatürk’ün, çeşitli ebatlarda resimleri var.

Geçenlerde birikmiş fotoğrafları tap ettirmek için stüdyosuna uğradım.

Baktım, içerde bir tartışma var.

Bizimki, adamın birisinin boğazına sarılmış, itişip, kakışıyorlar.

“Ne yapıyorsunuz” deyip, aralarına girdim.

Bizimki, sinirden kızarmış suratıyla, bir kenara çekildi.

*

*

İlk kez gördüğüm diğer kişiye döndüm ve sordum; “Koca adamlarsınız, nedir bölüşemediğiniz?”

Adam(!) parmağıyla Atatürk’ün resmini gösterip, sırıtarak; “Adama, kaldır bu meymenetsiz dürzünün resimlerini buradan, yoksa işlerin rast gitmez, dedim diye, kızdı, boğazıma sarıldı…” dedi.

Bir an gözüm karardı, o stüdyonun döndüğünü hissettim…

O an, bana yakışmayan bir şey yapmamak için zor tuttum kendimi.

Sadece, “Çık lan dışarı, başımı belaya sokma benim…” dediğimi ve

O dışarı çıkarken, arkasından, “nankörsünüz, nakööörrr…” diye bağırdığımı anımsıyorum.

* * *

Evet nankörsünüz…

Nankör.

… …

Ne oldu bize böyle, nasıl geldik bu hale ve de bu günlere?

Nerelerde gizleniyor, saklanıyordunuz bugüne değin?

Nerede semirdiniz, nasıl da bu denli çoğaldınız birden?

… …

Günlerdir araştırıyorum; bizim gibi ülkesinin kurtarıcısı ve kurucusuna, aldığı nefesi, yediği lokmayı borçlu olduğu bir kişiye; böylesine dil uzatan bir başka ülke yok.

Yahu dilediğiniz gibi yaşadığınız dini(!) de, yaptığınız yobazlıkları da, giydiğiniz şalvarı, taktığınız türbanı da Atatürk’e borçlusun(uz).

Dahası oturduğunuz koltukları, işgal ettiğiniz makamları, mevkileri bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusu Atatürk’e borçlunuz.

Dahanın da dahası, babanızın kim olduğunu biliyorsanız; onu bile Ulu Önderimiz Büyük Atatürk’e borçlusunuz.

Ne istiyorsunuz adamdan, nankörler sürüsü?

Hep söylerim.

Tüm dünyanın büyük bir takdirle andığı o büyük insan, çok değil bir on yıl daha yaşasaydı; hiç biriniz olmayacaktınız.

Ülkemiz huzur içinde olduğu gibi, tüm dünya da huzur içinde olacak; ayrıca da Ülkemiz kalkınmış ülkeler arasında yerini alacaktı.

Bir 10 yıl.

Ne olurdu bir 10 yıl daha yaşasaydı…