I

Irmağın hem yol hem yolculuk olması gibi mutluluk da hem yol hem de yolculuğun ta kendisidir. Ne varılması gereken bir menzil ne de vurulması gereken bir hedeftir. Bir diğer deyişle mutlulukla devrim arasında evrensel bir ilişki vardır. Devrim “Tamam yaptık, oldubitti” diyerek bir köşeye bırakılacak bir toplumsal gelişme değildir. Nasıl devrimin kesintisizliği için mücadele etmek gerekirse mutluluk için de öylesine bir çaba göstermek, sürdürülebilir mutluluk için olmazsa olmaz bir duruş, bir yaşam felsefesidir. Mutluluk bir devrim, devrim de mutluluğun toplumsal boyutudur. Bu ayrılmaz ikili, hayatın ırmağında iç ve dış çelişmelerin parantezinde çok bilinmeyenli bir denklemdir.

Yaşam akışının bir anı, o denklemi çözmemiz için hiç de yeterli değildir. Çünkü hayatın her anında çelişkiler parantezi kendini güncelleyerek ırmak misali akışına devam edecektir.

II

Doğadaki her şey, mutlu olmak için yaşar ve ölür hatta. Dünyanın kadim bilgeleri de Çin’den Hint’e ve eski Yunan’a dünyayı ve insanın anlamaya ve anlatmaya çalışırken mutluluğun ne olduğunun peşinde gezinmişlerdir. Birinci algı boyutu haz ile mutluluğun farklı bağlamlar olduğunu ifade etmek olmuştur. Haz bir ihtiyacın ya da arzunun (tensellik dâhil) tatmini olup kalıcı olmadığı gibi dış etkenlerle bağlantılıdır.

Mutluluk ise dış etkenlere bağımlı olmadan, içsel bir boyut ve tatmindir. İşte bu noktada mutluluk ile sevme eylemi ilintisini görmemiz gerekir.

Sevmek, bir anlama çabasıdır. Bu duruş/bakış, bir davranışa dönüştüğünde onu kimlerin algılayacağı ise çok bilinmeyenli bir denklemdir şüphesiz.

III

Hayatın kesintisiz akışında “iyi-kötü”, “güzel-çirkin”, “doğru-yanlış” kavramları kişiye, zamana ve mekâna göre değişen tanımlardır. İşte bu bağlamda mutluluğun matematik bir tanımını yapmak imkânsızdır. Belirleyici olan bireyin yolculuğunda bir türlü sahip olamadığı ruh hâlidir. Ancak gündelik hazların (yemek-içme, seks vb.) para karşılığı kiralanıp, satın alınabilmesine karşılık mutluluk metalaşamayan bir yaşam felsefesi ve duruşudur.

IV

Kendini mutsuz etmek için uğraş veren tek canlı türünün insan olduğunu gördüğünüzde doğaya yabancılaşarak ondan kopmanın insanlığı nereye getirdiğini bir kez daha anlıyorsunuz.

Anlamanın, anlatmanın ve anlaşabilmenin yolu ise iletişimden ve kavramlardan (derinlikli imgeler) geçer. Eskilerin bir ifadesine kulak verelim, “Tarif, efradına cami, ağyarıma mani olmalıdır.” Konumuz mutluluk olduğuna göre haz duymak/zevk almakla mutluluğu aynı şey zannetmemizden geçtiğini görürüz.

Haz/zevk kavramları içgüdülerin tatminiyle ilintilidir. Açlık, susuzluk, cinsellik gibi. Acıkan yemek yer, susayan su içer. Cinsel açlık çeken bir şekilde onu giderir. Ama hepsinin kaçınılmaz sonu yeniden acıkmaktır.

V

Evet, doğada şeyler mutlu olmak için var olurlar. Bu durumun tek yumurta ikizi ise mutlu etmektir, edebilmek. Şeyler açısından insana indirirsek kamerayı insanın çokluk sıkıntısı her yerde herkesi mutlu / memnun edemeyeceğinin farkında olmamasıdır. Bu zaafın ayırdına varmak ise derin ve sürekli bir mutluluğun varoluşunun giriş kapısıdır. (Malum en iyi öğretmen hayattır ancak ücretini peşin alır.) Bu bakış, daha iyi ve güzel olmak için yönü ve araçları gösteren bir pusuladır. Ancak insanlar yaşadıkları gerçekliği kabullenmek istemediklerinden hakikati duymak istemezler. Doğanın / kâinatın biricik temel yasasının zıtların birliği olduğunu kavramadan mutlulukla aynı karede görünmek zor zanaattır şüphesiz.