3.Evlilikte eşler bedende damar ve kan gibidir. Damar olmasa kan korumasız kalır, insan ölür. Evlilik te öyledir. Eşler birbirine muhtaçtırlar. Ailenin devamı bu seçeneğin devamına bağlıdır. Eşlerden birisi damar ise öbürü kandır. Kanı muhafaza eden damardır. Kan olmasa damarın damar olmasa kanın bir hükmü yoktur.

4.Yine Mevlana daha da önemsiyor. Ailede huzurun devamı insanın bedeni ve ruhu gibidir. Erkek bedense, kadın ruh, kadın bedense erkek ruh gibidir. Bedensiz ruh ruhsuz beden olmadığı gibi, karı koca arasındaki uyum ve önem beden ve ruh arasındaki ilişki kadar önemlidir diyor.

5.Mevlana evlilikte huzur ve mutluluğun sağlanması için eşlerin arasındaki uyumun yeterli olmadığını, aile huzuruna katkılar gereken eşlerin ana-baba ve hatta akrabaların da bu huzura ortak olmaları gerektiğini söylüyor. Bunun için de eşlerin birbirlerinin anasını kendi anası, babasınını (kayınpederini) kendi babası gibi sevip saymadıkça ailede huzur sağlanmaz diyor.

Şöyle ki, bir gelin kayınvalidesinin elini öptüğünde, onu kucakladığında yüreği annesini kucaklıyor gibi çarpmalıdır. Damadın da kayınpederine gösterdiği sevgi ve saygı, kendi öz babasından farksız olmalıdır. Yani bu konuda arzu ve istekli olmalıdır. Zaten kocasına karısına sevgi ve saygısı olan eşlerin, eşinin ana ve babasına da, yakınlarına da saygısı olur. Ailede en önemli husus, bazen kişinin hanımı, kişinin kendi annesinden, hanımın kocası bazen hanımın kocasından daha çok önemlidir. Çünkü, bir kişinin hanımı, kendi anasının yapamadığı hizmetleri kocasına, bir erkeğin hanımı erkeği, kadının kendi babasının yapamadığı hizmetleri yapar. Bu yönüyle ailede karı ve koca, ana ve babalardan daha çok önem kazanır.

Buraya kadar yazılanları özetlersek, ailede huzur ve mutluluğun tesisi, temini ve devamı için ömür boyu sürecek, tatlı bir hayat için ailede sadakat, merhamet ve şefkat, adalet, eşitlik, nezaket, nazefet, zarafet, hassasiyet, iktisat, bölüşüm ve paylaşım, hoşgörü ve bağışlama, kanaat, sabır, metanet ve tahammül, sevgi ve saygının kaynağıdır. Bunların hepsinin toplamı mutlu aile ve huzurlu toplumun anasıdır. Bunlardan birisi eksik olursa o aile yuvası o kadar zayıftır. Bunlar ailede ne kadar varsa o aile ve toplumlar o kadar sağlam, uzun ömürlü ve mazbut olurlar.

Şimdi aile yapısı, devamı ve huzurunu simgeleyen bazı özlü sözlerle konuya ışık tutalım:

1.Kusursuz ev arayan evsiz, kusursuz yar arayan yarsız kalır, dikensiz gül arayan da gülsüz kalır.

2.Evlilikte geçim sağlayamayan ve ayrılan eşler, kötü huylarını değiştirmedikçe kaderleri değişmez. Sadece yastıkları değişir.

3.Garip kuşun yuvasını Allah yapar, ev alana evlenene Allah yardım eder.

4.Evlilik kutsal bir davadır. Bu davada iki haklı olmaz. Fakat haklı olan da kusursuz değildir.

5.Allah bir hanımla bir eşle yaşamayı emreder. Onun için iki hanım püsküllü beladır.

6.Bir aile yuvasını yönetmek bir devleti yönetmekten daha zordur.

7.Nikahlı yaşamak zırha bürünmektir. Bekarın yakasını bit, parasını it yer. Evlen de kurtul.

8.Evlilikte de öfke ufak bir kıvılcım gibidir. Büyük yangınlar ufak kıvılcımlardan çıkar. Bu yangının suyu ise gülümseme ile öfkeyi söndürmektir. Gülümseme taşan süte su katmaya benzer. Gazabı söndürür.

9.Ey ahali denenmiş ve sınanmıştır. Erken gelen yazdan, fedakar olmayan yardan, akordu bozuk sazdan, başına buyruk kızdan sakının. Ağustos’ta ekilen darıdan, kocasından sonra kalkan karıdan, zamansız oğul veren arıdan hayır gelmez demişlerdir.

Şimdi, mutlu aile ve huzurlu toplum için eşlerin davranışlarını örnekleyen Nasrettin Hoca fıkraları ve hikayeleri ile konuyu daha da somutlaştıralım:

“Nasrettin Hoca’nın hanımı içten içe hocaya kızıyor. Belli etmeden bu kızgınlığını gidermek için bir gün sıcak çorbayı sofraya koyuyor ve hocadan önce az bir kaşık çorbayı ağzına alıyor. Ateş gibi sıcak olan çorba hanımın ağzını kavuruyor, gözlerinden yaşlar akıyor. Durumu seyreden hoca efendi hiçbir şey yokmuş gibi hanımına soruyor. Hanımefendi neden ağlıyorsun. Hanım da gerçek sebebi gizleyerek rahmetli annem aklıma geldi, çorbayı çok severdi. Şimdi aramızda olsaydı o da yerdi. Üzüntümden ağlıyorum diyor. Bunun üzerine Nasrettin Hoca da sıcak çorbadan bir kaşık alıyor. Ağzı yanıyor. Onun da gözlerinden yaşlar akıyor. Bu kez hanımı, hocaya soruyor, en niye ağlıyorsun, diye. Hoca, ben de anana ağlıyorum. Peki niye? diyen hanımına; Niye olsun, kendi öldü gitti, senin gibi bir belayı başıma musallat eti, onun için ağlıyorum, diyor.

Hanımının bir kusurunu bulamayan Nasrettin Hoca, ağustos ayında harman zamanı sıcakta tarlaya gür bir ateş yakıyor ve ısınmaya başlıyor. Durumu gören hanımı, ne yapıyorsun hoca, bu sıcakta ateş yakılır mı, diyeceği yerde, ateşin başına geçiyor, o da ısınmaya başlıyor ve canını sevdiğimin ateşi; kışın başka bir zevki var ısınmanın, yazın daha başka oluyor. Oooh. Kocacığım eline sağlık, ne de iyi yapmışsın, diyor. Hocanın hanımını azarlamak için hazırladığı bahane boşa çıkıyor.

Buna benzer aile fıkraları pek çoktur. Biz ikisini anlatmakla yetindik.

Ailede mutluluk ve huzuru anlattığımız “mutlu aile, huzurlu toplum” yazımızı sonlandırıyoruz.