Irak'ın ikinci büyük kenti ve 400 yıl Osmanlı vilayeti olan Musul...
1918'de Mondros Mütarekesiyle İngiltere'nin kontrolüne geçen, 1926 Ankara Antlaşmasıyla Irak'a bırakılan...
Türkiye'den 70 km. uzakta, Arap-Kürt-Türkmen'den oluşan ve 1,5 milyon nüfuslu, Dicle Nehri kenarında ve Mezopotamya petrollerinin merkezi olan...
Yani bölgenin gözbebeği ve uzun bir dönem bölgenin kültür merkezlerinden biri olan Musul...
Bugün ise; Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Irak Federal Cumhuriyeti arasında belirsiz bir statüye sahip, 10 Haziran 2014'ten beri de tam 28 aydır IŞİD'in işgalinde olan Musul...
***
Ve bugün, Musul'u IŞİD'den kurtarma operasyonunun 8'inci günü.
Aslında bu bir operasyon değil IŞİD'le yapılan bir savaş da diyebiliriz.
Peki, kimdir bu IŞİD yani DEAŞ? İn midir, cin midir? Nasıl oluşturuldu? Kimler silahlandırdı? Ve bugün bu silahlar nereden geliyor? Ve neyin kavgasını kime karşı veriyor?
Herhalde buna en uygun cevabı Arjantin Devlet Başkanı vermişti, 13 Ekim 2015 günü BM toplantısında yaptığı konuşmayla.
Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernandez aynen şöyle demişti o gün:
"Geçen yıl toplandığımızda, Esad rejimini terörist olarak değerlendirip ona karşı olanları devrimci görüp desteklediniz; şimdi ise dün 'devrimci' dediğiniz Radikal İslamcılara karşı savaş açmış durumdasınız (...) Oysa IŞİD'in bazı BM Güvenlik Konseyi ülkelerinin gözetiminde dostları tarafından kurulup beslendiğini herkes görüyor ve biliyor" demişti.
***
İşte bunun için diyoruz ki, bugün görülen Musul operasyonu ya da Musul savaşı;
Musul'u kurtarma savaşı değildir. Musul'da görevini tamamlamış olan IŞİD'in başka bölgelere kaydırılma operasyonudur.
Bölgenin yeniden yapılanmasında yeni uydu devletlerin oluşumu için Sünni Araplarla Şii Arapların savaştırılarak yollarının ayrılmasıdır.
İngiliz şirketlerinin işlettiği Musul ve Kerkük petrollerinin güvenliğini sağlayacak yeni bir siyasal yapının önünün açılmasıdır.
Ve daha da büyük bir hesapla, bir ABD projesi olarak bölgedeki iki güçlü devletin karşı karşıya getirilmek istenmesidir.
Elbette bu iki güç, Sünni İslâm için liderlik vurgusu yapan Türkiye ile Şii İslam'ın lideri görünen İran'dır.
Çünkü kim ne derse desin bölgenin en güçlü iki devletidir Türkiye ve İran.
***
Aslında bölgedeki bu gelişmeleri biraz geçmişe bakarak bir sorgulamak gerekir.
Çünkü:
-"Arap Baharı" diyerek Ortadoğu coğrafyasının nasıl bir kışa çevrildiğini görmedi ya da görmek istemedi Arap Dünyası.
-Bu coğrafyada yer alan ülkelerin nasıl lime lime edildiğini...
-Bu coğrafyada, radikal şiddet örgütleri için nasıl uygun bir zemin hazırlandığını, bu şiddet örgütlerinin nasıl silahlandırıldığını...
-Ve bu coğrafyada, fay hatları derinleştirilerek mezhep çatışmalarının önünün nasıl açıldığını...
Görmedi ya da görmek istemedi hem Arap Dünyası ve de genelde İslam Dünyası.
-Ve "stratejik ortak" söylentileriyle...
-Ve de kısa adı "BOP" olan ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanlığı söylentileriyle...
Bölgedeki ABD ve İngiliz projelerine büyük ölçüde yeşil ışık yakıldığını görmedi ya da görmek istemedi Türkiye siyaseti.
Yâni diyebiliriz ki Ortadoğu'nun bu hale gelmesinde, Türkiye dahil Arap Dünyası ve tüm İslam dünyasındaki egemen siyaset de suç ortağıdır.
***
Oysaki emperyal güçlerin bölgede 100 yıldır oynadığı sömürgeci politikalara karşı, bölge ülkeleri ortak bir siyaset geliştirebilirdi.
Çünkü Türkiye-İran-Irak-Suriye birlikteliği, bölgedeki emperyal politikaları önleyebilecek bölgesel bir politik güç oluşturabilirdi.
Ne yazık ki birbirinin kimliğini kabul etmeyen ülkelere dönüştürüldü bu dört ülke.
Daha da önemlisi; Osmanlı'nın Kürdistan Eyaleti'nin, dört ülkeye paylaştırılması ile bölgenin hasta bir yapıya dönüşür oluşunu, görmeliydi bu dört ülke.
İşte bugün bu dört ülkenin de korkusu, parçaların kendinden koparılacağı korkusudur.
Nitekim bölgede geliştirilen siyasal iklim, hem böyle bir korkuyu yaşatmaya hem de mezhep savaşlarının önünü açmaya müsait hale getirilmiştir.
Sanırım bu konuda parçalanmış bir Irak ve parçalanmış bir Suriye'den çok, Türkiye ve
İran dostluk eli uzatmalı bölgesel bir siyaset geliştirmelidir.
***
Türkiye için daha büyük bir tehlike ise:
Musul ve Kerkük için Türkiye'nin tarihsel hassasiyetinin tahrik edilerek, Irak-Kuveyt benzeri bir kumpasın kurulur olabileceğidir.