“Her durumda haklı çıkmaya çalışmak” analitik düşüncenin, eleştirinin, bireysel ve toplumsal gelişmenin önündeki en büyük engellerden biridir.

“Her durumda haklı çıkmaya çalışmak” temel duruş olduğunda “kazan da nasıl kazanırsan kazan” mantığı fasit bir daire gibi kuşatır sizi. Demagoji ve laf cambazlığı belirleyici olur.

Bir dönemde liselerde ve üniversitelerde pek yaygın olan “münazara” denilen bir etkinlik türü vardı.

“Münazara, bir konuda karşıt görüşleri savunan takımların fikirlerini çarpıştırdıkları bir tartışma platformu” olarak (vikipedi) tanımlansa da bu iki takımın eski Roma’nın arenasında ölümüne dövüştürülen gladyatörlerden hiçbir farkı yoktur.

“Her durumda haklı çıkmak” öylesine derin bir kök hâline gelmiştir ki toplumda birkaç kişiyle yapılan masa sohbetlerinden televizyonların siyaset programlarına “kazan-kazan” anlayışı tek söylem ve eylem hâline gelmiş durumdadır. Konuşmacılar tribünlere oynarken, seyirciye duymak istediklerini söyleyerek puan toplamaya çalışmaktadırlar.

Arkadaşıyla tartışırken köşeye sıkışınca “Benim babam, senin babanı döver” diyen çocukların yetişkin olduklarında da aynı çizgide olmaları pek de yetişkin ve gelişkin olamadıklarının ispatı değilse nedir bu durum?

Yıllar önce (2000’li yılların başları) Çorum’da yerel basın arşivini yeni yazıya geçilen dönemden 31. 12. 1975’e kadar taramıştım. Amacım Çorum’da kentleşmenin gazetelere yansıyan kesitlerini derlemekti. 500 sayfa kadar da not almıştım. Dijital fotoğraf makinelerinin de yeni çıktığı günlerdi. Belediyeden gazete kupürlerinin fotoğraflarının çekilmesi için destek istediğimde “Olmaz” demişlerdi. Araştırma not olarak kaldı. Ancak hayat ırmağı farklı aktı. Çalışmayı istediğim gibi bitiremedim.

Çorum’da çeşitli araştırmalar yapan bir arkadaş bir konuyu sorduğunda o yılların gazetelerine bakmasını, belleğime güvenemediğimi söylediğimde, “O arşiv artık yok” dediğinde dilim tutuldu. Beynim uyuşmaya başladı. Toplumsal belleğin yok edildiği bir dönemden geçiyor olmalıyız. Yakılan kütüphaneler gibi.

Biz dönelim “münazara” konusuna… İşte o arşiv taramalarında bir münazara haberi görmüştüm. “Çocuğum eğitiminde okul mu önemlidir, aile mi?” 1960’lı yıllar.

Bu halka açık bir münazara idi. Münazara için seçilen konuda çocuğun eğitiminde birbiriyle eşgüdüm içinde hareket edecek iki yapı, aile ve okul, karşı karşıya getirilerek gladyatör dövüşü yapılıyordu. Bugün geldiğimiz durumun köklerinde biri bu değilse nedir?

Münazara geleneğine bir örnek verelim mi?

Yıl 1963… Ankara Üniversitesi Talebe Birliği Kültür Kolu Başkanı olan Naim Tuncalı, ilk defa üniversiteler arasında, Ankara ve İstanbul Üniversiteleri arasında yapılan münazarayı anlatmaktadır.

Münazara konusu 1962 yılında yapılan 5 yıllık Kalkınma Planı uygulamasıdır. Münazara “5 yıllık plan gerçekleşir, gerçekleşemez” üzerine yapılacaktır.

Ankara münazara ekibinin sözcüsü o yıllarda Hukuk Fakültesi’nde öğrenci olan Uğur Mumcu’dur. Ankara ekibine “gerçekleşemez” tezi düşmüştür. Ekip danışmanlığını Prof. Dr. Sadun Aren, Doç Dr. Türkkaya Ataöz (sonra profesör) ve gazeteci İlhami Soysal yapmaktadır.

Münazara İstanbul’da Galatasaray Lisesi salonunda yapılır. İstanbul ekibinin sözcüsü ise Toktamış Ateş’tir. (Sonra profesör)

İstanbul ekibinin sözcüsü Toktamış Ateş, “Plan uygulaması en güzel şekilde Fransa’da olmuştur. Özel bir kanunla uygulanmış ve çok da başarılı olmuştur” bağlamında bir konuşma yapar.

Söz sırası Ankara ekibinin sözcüsü Uğur Mumcu’ya gelmiştir. “Sabah şerifleriniz hayırlı olsun” der Uğur Mumcu, “O kanun Fransa’da başarısız olduğu için yürürlükten kaldırılmıştır” demesin mi?

Münazara sonrası Naim Tuncalı Uğur Mumcu’ya “Sen kanunu biliyordun da o kanunun kalktığını niye daha önce bize söylemedin?” diye sorduğunda aldığı cevap şaşırtıcıdır. “Ne kanunu, haberim bile yok. Münazara salonunu terk edip de onu mu araştırıp cevap verecekler.”

Uğur Mumcu hazırcevaplığının karşılığını almıştır. Yukarıda değindiğimiz kazan da nasıl kazanırsan kazan anlayışının tipik örneğidir bu.

Münazaradan bir anekdot daha aktarır Naim Tuncalı. 1960 ihtilali sonrası Doğu ve Güneydoğu’dan 55 toprak ağası Batıda iskana tabi tutulmuş ancak kısa süre sonra da yerlerine iade edilmişlerdir. Uğur Mumcu, 5 Yıllık Plan’da yer alan Toprak Reformu’na sözü getirerek “Sen gel 55 ağayı sürgüne gönder ve daha sonra da iade et. Ağalar köylerine dönünce de davul zurna ile karşıla ve burada da bu plan gerçekleşir de” dedikten sonra durur ve tebessüm eder, “İnsanı deli ederler vallahi” demesiyle salondan büyük bir alkış gelir.

Sonunda Ankara ekibi münazarayı büyük bir puan farkıyla kazanır. (En Büyük Kuvayı Milliyeci Arkadaşım Uğur Mumcu, Naim Tuncalı, Hürses Gazetesi, Antalya, 24 Ocak 2008)

Bir konuyu sebep-sonuç bağlamında analitik olarak irdelemek yerine her türlü laf salatasıyla diğer konuşmacıyı mat etmeye çalışan ve hemen her “tartışmada” gördüğümüz fotoğrafların kültürel kökleri “münazara” geleneğine gitmektedir.