Öldü kelimesi ne kadar acı barındırabilir içinde?

Öldü işte...Bir daha sesini duyamayacak olmak mı? Yoksa bir daha ne kadar yazarsam yazayım cevabını alamayacak olmak mı?

Tüm gün eski yazıştığımız mesajlara baktım, durdum. Gözlerimden akan acı, sevgi, minnet damlalarını durduramadım.

“Elif, bir anlamda Jack London'un hayatı gibi hayatım; ölümle yaşamak arasında geçiyor. Bana yakın dostlarım hep, ‘Azrail ile çelik çomak oynuyorsun’ diyorlar. Ne yapayım, başka çelik-çomak oynayacak kimseyi bulamıyorum, ben de Azrail ile oynuyorum" diyordu en son yazışmamızda.

"Sonra tekrar görüşürüz Elif" demişti, ama ne o hastalıktan yazabildi, ne de ben yazabildim rahatsızlık vermemek için...

Öldü haberini aldım...Şimdi telefonu çaldırsam bana o samimi ve içten ses tonuyla cevap verir mi? Ya da yazsam "Merhaba Elif " der mi?

Yok işte...Hiçlikler ülkesine gitti.

Yaşamı hep ti’ye almıştı.

Ölmüş olacağını aklım almıyor. Çok hastaydın biliyorum, ama ölmek olmadı be hocam!..Daha çok oturup seninle kitaplardan konuşacaktık. Sen yine bana kitaplar önerecektin. En son konuşmamızda "Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sının çevirisini yapacağım, bir de benden oku Elif" demiştin. Ah ya...Olmadı. Böyle sessiz sedasız gitmek yakışmadı sana...

Yazma konusunda bana yardımını hiç esirgemedin. Hep “şu de-da’ları ayırmıyorsun” der kızardın. Ah şimdi "de-da"ları ayırsam ne olacak, ayırmasam ne?

Çok üzgünüm, içim acıyor...Çok kelimesinin içindeki 'o' dağlar,denizler kadar...

Benim gibi aşırı duygusal olan bir insana çok geldi bu...

Gözlerimden akan yaşlar canımı acıtıyor. Sevgili Barış Manço'nun seslendirdiği şarkıdaki gibi "Dün yine yapayalnız dolaştım yollarda, yağmurdan ıslanan bomboş sokaklarda, gözlerimde yaş, kalbimde sızı unutmadım seni...”

Acıyı yazan yüreğime zamanı sürsem geçer mi?

Belki...