Hiç anlasalardı, “Sen bizim peygamberimizsin, sen resul- u Allah’sın” diyen bir kişi; “Eşhedüenla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammmeden abduhu ve Resuluhu.” diye şahadet eden kişi ve kişiler: 

Hazreti peygamberin iki kızını alan, iki nikâhla peygambere damat olan, Nûr-un Alâ nûr mazharı, Osman-ı Zinnureyn’i öldürebilir miydi?

Hiç o yüce peygamberin Fatıma’sının kocasını, ilmin kapısını, Allah’ın Arslanı Ali’yi öldürebilir miydi? 

Hiç ciğerpare torun, nümune-i insan, güzeller güzeli Hasan’ı, karısına zehirletir miydi? O kadın ki yüce peygamberin gelini olma şerefini ayaklar altına alıp, kocasını, o nadide çiçeği öldürür müydü?

23 senedir kâmil insan olmanın ve içinde Hakkı tecelli ettirmenin, usûl ve erkânını, ahkâm-ı Kur’an ile talim ve terbiye ettirmeye çalışan Hazreti Peygamberin o mübarek söz ve hareketleri, bihakkın ve ihlâs ile kabul ve tasdik olunsaydı:

İtişme, kakışma adamı olmayan, iktidar ve ikbal meraklısı olmayan, Hazreti Peygamberin iki ciğerparesinden biri olan, canlar canı Hüseyin:

“Ne haliniz varsa görün. Ben gidiyorum” deyince; Kerbelâ’da yolu kesilip, dön ve illa bizim nahak işlerimizi tasdik et diyerek, peygamberin dizine koyup okşadığı mübarek başı gövdesinden ayırırlar mıydı?   

Din-i İslâmı anlamış ve Hazreti Peygamberi sevmiş olsalardı onun evlatlarına (ki bunlara 12 İmam denir) kıyabilirler miydi?

O gafil, ham ervah’ın eli, Hazreti Peygamberin mübarek eline bir kerecik ihlâs ile değseydi,

hiç o eller Hüseyin’e kılıç çekebilir miydi?

O gafiller Peygamberi can kulağı ile dinlese idi, basit münakaşaların bile haram olduğu sulh ayında, 72 cana kıyabilir miydi? 

Cenab-ı Peygamberi görme şerefine ermiş kişi ve kişiler, hakikat-ı ilâhiyye’yi müdrik olsalardı hiç, o pâk neslin 12 pâk imamını inat ve ısrarla iki asırlık kin ile öldürme cehaletini ve cür’etini gösterebilirler miydi?

O gafillerin makam ve ikbal hırsı, Peygamber Sevgisi’ne galebe çalmasaydı, o cahiller, sülâle-i tahire olan Ehlibeyt’i ve zümre-i naciyye olan İmameyn’i öldürübelir miydi? 

Hangi ehl-i iman sahibi Peygamberimizin o masum ve pâk neslini böyle bir cefa-i vahimeye müstahak görebilir?

Muhib-bi Ehl-i Beyt’iz, Divan-ı Hakta makbûlüz 

Yârâ-n-ı on iki İmamız, hepimiz maktûlüz 

Nesl-i Nezahata kalkan kirli eller kurusun  

Ne çektiyse onlar, aynen bize gelsin, kabûlüz 

28 Mayıs 2008

Demek ki mesele sahabe olmak veya bizzat hazreti Muhammedi görmek değildir. Bir yüce zatı bir kere görmekle de kimse cennetlik olmaz. Elbette o iki cihan serverinin, islâmı yaymasında yanında bulunup, onun yanında inanmayanlarla savaşmak büyük şeref ve şans. Ancak dinimiz ve ilâhiyat, kaba ve somut belli kaideler,şekil ve suretler bütünü değildir. Her ilmin zahiri ve bâtını vardır. Yani basiti ve herkesçe yapılabileni ve daha deruni olanı, daha zor olanı vardır. Kişinin yaşı, kültürü ve imanı seviyesinde bu ilm-i ilahiye sonsuzdur. Öyle görüldüğü gibi kolay ve gösterildiği kadar basit değildir.  Tıpkı ilm-i tababet gibidir. Sağlık meslek okulunu da bitirip hemşire olabilirsiniz, tıbbiyeyi bitirip cerrah da olabilirsiniz. Yüce dinimiz yani ilm-i ilâhiyat sonsuza kadar uzanan geniş ve derin deryadır. Herkes o deryanın içinde ama kıyıda dolaşmakla, açıkta derinlere dalmak bir değildir. 

Bu ilim deryasının kapısının İmam-ı Ali olmasının önemini idrak edemeyip onu öldürenler, tamamen cehalet ve gaflet içinde kalmış ham Müslümanlardır. 

Yüce Peygamberi görmüş, dinlemiş bile olsa, imanen ve ilmen kemâle gelemeyen ve nefsinin esiri olanlar ilk fırsatta, günaha hatta günah-ı kebire düşerler.  Günahı Kebire düşerler de “biz hak işledik” derler.

Âlemin yaratılması insan için, insanın yaratılması hak içindir. Hak için demek, Hak için olmak demektir. Hak için olabilmek, insan olabilmektir.  Surette değil sîrette İNSAN OLABİLMEKTİR. Hazreti insan olmak için her an, tekrar ediyorum her an, şerre âlet olmamak ve hayra vesile olmak gerekir. Bu oluşumun rehberi peygamber ve velilerdir. Amma velâkin kişinin içinde sevgi mayası yoksa o nadana peygamberin bile sözü geçmez. Nitekim Hazreti Peygamber onlar için: 

“Taşa sözüm geçer onlara geçmez” buyurmuştur.

Derler ki, Hazreti peygamber sahabe için; ”Onlar gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine bakarsanız doğru yolu bulursunuz.”  demiştir.  

Söze sözümüz yok elbette. Ancak o sahabeden bazıları vardır ki Kutup Yıldızıdır. Sabit, istikrarlı, kararlı, daim ve düzgün durur. Bazıları da ufuk yıldızıdır. Durmadan döner durur. Üstelik bazan batar, bazan çıkar. 

Sevgide ve Hak yolda, istikrarlı, sabit, kaim ve daim olanlar, nefsin emarenin tuzaklarından ve benlikten arınmıştır.  

Bu daha birinci basamaktır. Bu bile dünyanın barış ve huzur içinde yaşaması için kâfidir. Benliklerimiz, bir an rahat bırakmaz ki karşı tarafın rahat ve huzuru düşünelim ve herkesin rahat ve huzuru için çalışalım. 

Burası Hazreti İsmail’in, babası Hazreti İbrahim’e;

“Ey babam, beni Allah’a kurban ederken, bıçağı iyi bileyle ki zorluk çekmeyesin” demek kadar zordur. 

Bir yerde enaniyet, bir yerde mahviyet. Bir araya gelemezler ki. ...

Muharrem’in ve Oruc’un içimizde ve hayatımızda daim ve kaim olması dua ve temennileriyle. 

(1)Şer hareketlerin yani kötü hareketlerin tek cümle ile ifadesi; insana zarar veren her söz ve hareket şerdir. Hazreti insan olmanın ilk şartı bütün kötü hareket ve sözlerden kaçınmaktır.  

Bunun bir merhale ilerisi iyi ve hayırlı hareketleri arttırmaktır. Bunu yaparken, insanları senin adamın benim adamım gibi ayırmadan yapmaktır. Halka hizmettir. 

(2)  “Sür çıkar ağyarı dilden ta tecelli ide Hak”  Gönlünden, içinden Haktan gayrı muhabbetleri çıkar at. (Yani, bunlar; çirkinlikler, azgınlıklar, kötülükler, kötü düşünceler, kaprisler, kompleksler, kin tutmalar, hırslar, şehvetler, gururlar, kibirler, mal-mülk-makam hırsları, fitne çıkarıcı sözler ve bunun gibi birçok insanlara zarar verici davranışlardır. Bu kötü fiilleri içinden tamamen çıkar ki orada HAK tecelli etsin.) 

Zira “Padişah konmaz saraya hane mamur olmadan” Bir saray, bir bina tamamen bitmeden, içi dışı inşaat pisliklerinden, toz ve topraktan temizlenmeden, içi güzel eşyalarla döşenmeden  padişah o saraya girmez.

( 3) Aslında bizim Ebu Cehl olarak bildiğimiz kişinin adı, Amr bin Hişâm’dır. Mahzûmoğulların’dandır. Aslı itibariyle Hz. Peygamberin kabilesi (sülalesi) ile daha ileri bir geçmişe doğru bakılırsa akrabadırlar. Akraba mensubiyeti ile inanç mensubiyeti farklı şeylerdir.  Cahil, bir konuyu bilmeyene, “bilgisiz ve duymamış” mânâsında kullanılır. Ebu Cehil demek, cehaletin, cahillerin babası demektir.  Hz Peygamber onu; hak ve hakikati, imanı ve İslâmı bilmeyen kişi olduğu için bu isimle anmıştır. 

(4) İslâmî terbiye ve tedrisat gereği, başta peygamberler olmak üzere maneviyat büyüklerinin doğum, ölüm ve hayatları için sıradan insanlar için kullanılan ifadeler kullanılmaz. Onların doğumları için dünyayı şereflendirdi; ölümleri için “âlem-i cemâle teşrif ettiler -âlem-i bekaya irtihâl ettiler- şeb-i arus’a kavuştular”  gibi ifadeler kullanılır. Burada vaazvarî bir üslubu düşünmediğimiz için bazı nezaketsiz ifadelerimiz varsa ehlinden özür dileriz.     

(5) Sahabe. Artık kavim denmiyor. Çünkü Mekke bir kavim değil birçok ırk ve inançtan insanların bulunduğu bir millet idi. Hz. Muhammed’in bütün peygamberlerden bir farkı buradan gelir. Bu fark Hz. Muhammed’in bir kavim peygamberi değil, bütün kavimlere peygamber olarak gelmesidir