Yarın 8 Mart Dünya Kadınlar günü.

Günümüz Türkiye’sinde giderek önem kazanan bu anlamlı gün, bu yıl ne yazık ki tatile denk geliyor.

Endişem o ki; tatile denk gelen her özel gün gibi bu özel ve anlamlı günün de hak ettiği değeri ve hedefi bulamadan kaynayıp gitmesi.

Umarım yanılırım.

… …

Neyse, konumuza dönelim biz.

2020 yılındayız.

Uzay çağındayız yani…

Ama Türkiye’nin de içinde olduğu tüm İslam Coğrafyasında, kadının adı (hâlâ) yok.

Yok, çünkü bu coğrafya, (hâlâ) “Çağdışı, ilkel Arap Kültürünün” egemenliğinde…

Gelişmiş Batılı ülkeler, 8 Mart Kadınlar Günü’nü; “kadınların, ekonomik, siyasal ve sosyal başarılarının kutlanması, yaşadığı ortamı biçimlendirmesi, renklendirmesi ve de yaşama olan katkılarının kutsanması…” günü olarak algılayıp, kutlarken; biz bu günü, (hâlâ) “kadınlarımıza el kaldırılmaması(!) için telkin günü” olarak algılıyoruz.

Şu hale bakar mısınız; 2003 yılında insan müsveddesi erkekler tarafından öldürülen kadın sayısı 83 iken; 2016 yılında bu sayı 329 olmuş. 2017 yılında 320; 2018 yılında 440 ve 2019 yılında da 474 olmuş.

Yine sadece 2019 yılında dövülen ve darp edilen kadın sayısının beş binin üzerinde olduğu dillendiriliyor. Kaldı ki bu sayı, emniyete intikal eden sayı. Dört duvar arasında gizli kalan şiddet ve darplar, bu sayıya dâhil değil.

Hal böyle olunca, insan sormadan edemiyor; biz nasıl bu hale geldik?

Biz ki; ta asırlar öncesinde, Ortaasya’da hüküm sürdüğümüz dönemlerde; kadını baş tacı eden bir ulustuk.

Hukuksal açıdan erkeğin sahip olduğu hakların tümüne kadınlarımız da sahipti.

Erkeğin, yalnızca ve yalnızca tek bir karısı olabilirdi.

Kadınlar, doğrudan doğruya hükümdar, kale muhafızı, vali ve elçi olabilirdi.

Sahip olunan taşınır / taşınmaz tüm değerler, karı ile kocanın her ikisine aitti.

Çocukların velayeti konusunda baba kadar ana da hak sahibiydi.

Devlet Başkanlığı, Hatun ve Hakan’ın ortak sorumluluğu ile yürütülürdü. Yasa niteliğindeki emirnameler, her ikisince de imzalanmadan uygulanamazdı.

Kadınlar savaşın her aşamasında, erkeklerle eşit koşullarda savaşın içinde olurlardı.

Dünya tarihinde devlet başkanlığı yapmış ilk kadın hükümdar da Türk’tüler. Delhi Türk Devleti hükümdarı Raziye Sultan ve Kutluk Devleti Hükümdarı Türkan Hatun bu örneklerden sadece ikisidir.

Böylesine uygar bir toplum, böyle bir ulus iken; iğrenç Arap Kültürünün(!) cenderesine girip; kadını, ikinci sınıf canlı olarak gören, kadınına el kaldıran, onu çarşaflayan, türbanlayan bir toplum haline geldik.

Biz bu değiliz.

Biz Arap değiliz.

Bizim yaşam biçimimiz, yaşam tarzımız bu değil.

Türk’üz biz, Türk…

Biz Türkler için, Arap cenderesine girene kadar; kadınlarımız, hep baş tacı idi.

Nitekim Ortaasya kökenli pek çok kültürümüzün uzantıları gibi kadına ilişkin kültürümüzün uzantıları da halen yaşar ve yaşatılır bu topraklarda.

Örneğin kadınımıza bakışımız, kadın kültürümüz, ulusumuzun önemli bir parçası olan Yörüklerimizin yaşadığı ve gezindiği topraklarda, “mor cepken” olarak çıkar karşımıza.

Günümüzde Ege Bölgesinde Muğla’da ve Akdeniz Bölgesinde Antalya Toros Dağlarında yaşayan Yörüklerimizin, kadınlarına tanıdığı “mor cepken hakkı”; Ortaasya’dan bu yana sürdüre geldikleri yüce bir haktır…

Mor cepken, bir giysidir aslında.

Ege efeleri de giyer bu giysiyi…

Bu topraklarda efelik, kadın erkek işi değil, yürek işidir.

Yörük kızları, babalarının / analarının istediğiyle değil; sevdikleriyle, kendi isteğiyle evlenirler.

Başlık parası gibi densiz ve görgüsüz bir alışkanlık yoktur, Yörüklerimizde.

Yörük kızlarının çeyiz bohçasına, önce "Mor Cepken" konur.

Mor cepken, kenarları sarı simgelerle işlenmiş, yelek biçiminde, mor renkli bir giysidir.

"Mor Cepken", darda kalan Yörük kadınının, erkeğine karşı kullandığı boşanma özgürlüğünün bir simgesidir.

Mor renk, ihanete uğramış, aldatılmış, aşkın rengidir. Nitekim “Mor Çatı” adı da buradan gelir.

Evli yörük kadını, ihanete uğrayınca ya da kocası tarafından aşağılanıp dövülünce; Mor Cepkenini giyip herkesin görebileceği bir yere oturur.

Yörük kadınının bu eylemi; “Ben bu herifi boşadım” demektir.

Böyle bir durumda akan sular durur, herkes işini gücünü bırakır. Tüm Yörük kadınları, "Mor Cepken" giyen kadının yanında yerini alır.

Bu arada kadının boşadığı kocası ise evinden dışarı çıkamaz, kahveye gidemez; gitse de kimse yüzüne bakamaz.

Ve… Büyük ödün(ler) verip de karısına Mor Cepken’i çıkartamazsa; ömrü boyunca dul kalır, dul yaşar. Kimse ona değil normal kızını, özürlü kızını bile vermez. Ölünceye kadar da kadınsız, insan sesinden uzak körocak olarak kalır.

* * *

Bu arada yeri gelmişken ata yurdumuz Ortaasya’dan gelme geleneği yaşatan Yörüklerimizin kadınlarına verdiği önemli bir haktan da söz edelim.

Yörük kadını yaşlanıp iyice deneyim kazanınca, Kezbence olur adı.

O artık oymağın, bilge kişisi ve akıl danışılanıdır.

… …

Yörüklerimizin kadınlarına tanıdığı hakkın ve de özgürlüğün şu yüceliğine, şu güzelliğine bakar mısınız?

Ortaasya’dan gelme bu kültür, böyle bir kültürdür işte.

Buram buram Türk kokar, Ortaasya Türk’ü kokar.

Arap cenderesine girmemiş her Türk erkeği için de kadın, kendisinin eşdeğeri ve baş tacıdır.

… …

Hep yazar, hep söyler, hep dillendiririm; Arap cenderesine girmeden bugünlere gelebilseydik eğer; başta sosyal yaşam, ekonomi ve teknoloji olmak üzere hemen her konuda dünyanın en büyük devletleri arasında yerimizi alır; böyle yerlerde sürünmez, süründürülmezdik.

Nokta.

Yazarın Özel Notu; Bu tür konularda gösterdikleri duyarlılıklarıyla kendilerini kabul ettiren Alanya Toplumsal Dayanışma Derneği’nin 8 Mart Pazar günü, AKM’de FARKINDALIK GECESİ adlı etkinlikleri var.

Bu etkinliğe katılarak, bu güzel insanlara omuz verelim; bizler de bu konudaki duyarlılığımızı bu şekilde gösterelim lütfen…