Yıl 1925.

Disipline edilmekte zorlanılan İzmir Kadınlar Hapishanesindeki kadın mahkûmlara, akşam dersleri verilmesine karar verilir.
Bu kararın duyurulmasından sonra, İzmir Milli Eğitim Müdürü’nün odasına, zayıf, ufak tefek, çelimsiz bir genç kız girer;

“Ben bu dersleri vermeyi memnuniyetle kabul ederim, efendim…” der, o genç kız.
Müdür şaşırır.

Çünkü okuldan yeni mezun olmuş izlenimi uyandıran karşısındaki genç kız, son derecede hassas ve kırılgan bir yapıya sahiptir.
Müdür, hapishanedeki tipleri şöyle bir gözünün önüne getirir; “olacak şey değil ama…” der içinden...

Lakin düşüncesini de belli etmez.
“Tamam, Hoca Hanım, ben bu işle ilgilenecek, gereğini yapacak, sonra size döneceğim…” demekle yetinir.

Ancak başka başvuru da olmaz.

Başka başvuru olmayınca da; o genç kız, iki hafta geçmeden, soğuk ışıklar altında, hapishane koğuşunda, akşam derslerine başlar.

Ders saati bitince de; süngülü nöbetçilerin ve zincirli kapıların arasından geçerek sokağa çıkar ve her seferinde hızlı adımlarla evine koşar.

Hapishane müdürü de milli eğitim müdürü gibi hayretler içerisindedir.
O kavgacı, o geçimsiz mahkûmlar, genç öğretmeni, hem sevmeye, hem de saymaya
başlamışlar; disiplinsiz davranışlarını da sona erdirmişlerdir.

Olmaz denilen şey olmuş; hapishaneye huzur gelmiş, hapishane şaşılacak bir sessizliğe bürünmüştür.

* * *

Derken, beklenmeyen bir şey olur.

İşinde inanılmaz bir başarı gösteren bu genç kız, bazı çevrelerce, “misyonerlikle” suçlanır.
O masum ve çalışkan görüntüsü altında, kimbilir ne işler çevirmekte(!), ne herzeler yemektedir!
Kadınlar hapishanesinde “eğitim” adı altında saçtığı nifak tohumları(!) yetmezmiş gibi; Kinder Garten Teşkilatındaki (Çocuk kreşi) çalışmalarında, gencecik çocuklara, iyi insan olmaları için yaptığı anlaşılmaz(!) telkinler de işin tuzu biberidir!.

Artık herkes bu genç kıza, “misyoner” gözüyle bakmaya başlar.

Tatsız şeyler yaşar Genç Öğretmen; ancak yaşadığı tüm tatsızlıklara rağmen eğitim anlayışından ödün vermez.

Bu hengamede evliliği sarsılır, eşinden ayrılmak zorunda kalır.

… …

Bu idealist Genç Öğretmene atılan iftiralar, o kadar dallanıp budaklanır ki, konu önce Ankara'ya, sonra da Atatürk’e kadar ulaşır.

Atatürk, bu genç öğretmeni merak etmiştir.
“Bana o misyoner öğretmenin dosyasını getirin…” der.
Bütün bir gece o dosyayı inceledikten sonra, ertesi günü o genç kızı yani Öğretmen Sıdıka Avar'ı yanına çağırtır.

Atatürk, bu ufak tefek kıza hayretle bakar
“Demek o misyoner öğretmen sensin, öyle mi?” diye sorar..
Atatürk’ün huzuruna girdiği andan itibaren tir tir titreyen Avar Öğretmen şaşırır, bocalar.

Anlaşılır anlaşılmaz bir sesle “ Hayır Efendim, ben misyoner öğretmen değil, sadece Öğretmen Avar’ım…” diyebilir.
Atatürk, ani bir hareketle ayağa kalkar, genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle şunları söyler.
“ Hayır. Sen Misyoner Avar'sın. Bana da senin gibi misyonerler lazım.”
Daha sonra da konuya ilişkin düşüncelerini açıklar.

Bir toplum, ancak ve ancak aile yoluyla, özellikle de kadın(lar) yoluyla kazanılabilir.

Bu düşünceden hareketle; Avar Öğretmen, Doğu'ya gidecektir
Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri toplayacak; onları, bu toplumun potasında eritip, yetiştirecek, yeniden topluma kazandıracaktır…

Sonra da bu çocukları birer ışık huzmesi olarak tekrar köyler(in)e gönderecektir.
Sözlerinin sonunda; “Git, memleketin içine gir… Dağ köylerine uzan; orada bizden ışık bekleyen, yarının annelerini göreceksin. Onları eğit…” der Atatürk.

… …
Genç öğretmen, içi içine sığmaz bir halde Atatürk'ün huzurundan ayrılır.

Ve o eğitimi vermek, o ışığı yaymak üzere Anadolu bozkırlarına koşar.

* * *

Doğu illerimizde, Kız Enstitüsü Müdürlüklerinde inanılmaz şeyler başaran öğretmen, işte bu Avar Öğretmendir.

O bir eğitim neferidir.

O pek çok çevrenin bilmediği (ya da bilmezden geldiği) gizli bir kahramandır.

Elazığ, Tunceli, Bingöl çevrelerindeki halk, bu ufacık tefecik kadından hâlâ bir azize gibi söz eder.
Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinde (hâlâ söylenen) sayısız “Avar şarkıları” vardır.
O, yol vermez, geçit tanımaz dağlara at sırtında tırmanır, dağ köylerinin kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp sarmalayarak okuluna götürür, eğitir.
Avar, Doğu Anadolu’da inanılmaz bir isimdir.

Bu masal kadınının, kız öğrenci toplamak üzere dağ tepesindeki köylere gittiği zaman köylülerin, “Benim kızımı da götür, Avar.” diye atın üzengisine yapıştıkları söylenir.

Dipçe: Gazeteci Banu Avar’ın annesi olan Avar öğretmeni, “Eğitim mi, öğretim mi” tartışmalarına ışık tutması için köşeme taşıdım. Çünkü yarın, bu konuyu işlemeye çalışacağım.