Kadın sorunları; kadına ikinci sınıf insan muamelesi, kadına şiddet, aile içinde, iş ortamında ve sosyal yaşamda kadının istismarı, kadın emeğinin sömürülmesi, ucuz işgücü olarak kullanılması…

Genel çerçevesiyle “kadın hakları”…

Birkaç gündür, bu konuda söylenmedik söz kalmadı hiç kuşkusuz. Yazılarında, konuşmalarında, mesajlarında, herkes “kadından yana” bir tavır sergiledi.

Son derece parlak bazı söylemlerin samimiyeti sorgulanabilir olsa bile, kadın sorunlarının böylesine sahiplenilmesi güzel bir şey elbette. Önce bu memnuniyetimizi kayda geçirmemiz gerekir.

Herkes sağolsun.

*

8 Mart tarihli Hürriyet’te farklı bir pencere açılmıştı bu konuya. 

Ekonomi Servisi’nin araştırmasına göre, kadınların ekonomiye katılımı milli geliri yüzde 30 artırıyordu. Dolayısıyla, kadın-erkek eşitliği demek, ülke ekonomisinin büyümesi demekti.

Avrupa Birliği’nde kadın istihdamına ilişkin rakamlar da veriliyordu ve toplam istihdamda kadın oranı İsveç’te yüzde 74 iken, Türkiye’de yüzde 27.5 idi. Sonuncu sıradaki Türkiye’nin hemen arkasından gelen Yunanistan’da bile bu oran yüzde 42.5’i buluyordu.

Zaten ara başlıkta da, Türkiye’nin “Kadın istihdamında AB’nin en kötüsü” olduğu vurgulanıyordu.

*

Okur-yazarlıktan yıllık kazanca, milletvekilliği ve belediye başkanlığından işverenliğe ve özel sektör yöneticiliğine kadar her karşılaştırmada açık bir erkek üstünlüğü söz konusuydu.

Sadece “Evde yemeği kim yapıyor?” sorusunun karşılığında “kadının zaferi” var: Yüzde 91.2 kadın, yüzde 8.8 erkek…

Gerçi, pek çok erkeğin bu yüzde 8.8 oranını bile çok yüksek bulacaklarını tahmin etmek zor değil.

Erkeğin evde yemek yapması, hayatın doğal akışına ters onlara göre…

*

İşin ekonomik tarafına dönecek olursak; gerçekten de, kadının yalnızca ev işlerine hapsedilmesi, istihdam oranlarının yüzde 27.5’i geçmemesi, milli ekonomi adına büyük bir kayıp.

İşte hesaplanmış; kadınlar da erkeklerle eşit oranda ekonomiye katılsalar, milli gelir yüzde 30 artacak.

Ülkenin refah seviyesi yükselecek.

O zaman gerçekten “Büyük Türkiye” olma fırsatını yakalamış olacağız.

*

Hiç kuşku yok ki, Türkiye’nin bu alanda geldiği noktayı azımsıyor değiliz.

Ama, yeterli olmadığı gerçeğinin de altını çizmek durumundayız.

Kadınımıza, daha iyi eğitim vermek, daha iyi yetişmesini sağlamak ve her branşta, her işkolunda önlerindeki engelleri kaldırmak, eşitlik ve demokrasi anlayışının, kadına saygının da ötesinde, ülkenin gelişmesine, kalkınmasına yönelik sorumluluklarımızın gereği…

Bu da ancak, kadına bakışımızı değiştirebilirsek mümkün olabilir.

Önyargılarımızdan sıyrılabilirsek başarabiliriz, insan gücümüzü eksiksiz olarak ülke kalkınmasının hizmetine sunmayı…

Alın size, yüzde 30 daha fazla büyümenin yolunu açacak “gizli” potansiyel…

Az mı?