Sonbaharı yaşadığımız bu günlerde yağışlı, karlı, soğuk günler artık kapımızda. Doğa örtüsünü yeşilin tüm tonlarına dönüştürerek kızıla, sarıya, hardala bırakmak üzere. Sonra da doğanın yasası gereği gazele dönecek. İklim kendini kara, fırtınaya, soğuğa hazırlıyor. Ta ki, yeniden ilkbahar gelip, doğaya rengârenk örtüsünü serinceye kadar. Bu değişimler doğanın bir parçası olan insan ruhunda da bir takım değişiklikler yaratır. Sonbaharın ilk ayı olan geçirdiğimiz eylül ayı, kimileri için “hazan ve hüzün” ayıdır. Nedeni; Eylül ayının bir ay değil, “koskoca bir hüzün mevsimi” olarak yaşanmasıdır. Doğa “hazanı” yaşarken, insan duyguları “hüznü” yaşamaz mı? Doğanın hazanı, biraz da ömrün sonbaharıdır. Eylül ayıyla beraber, bazı insanların yüreklerine hüzün gelir oturur. Birey; neden, niçin, nasıl hissettiğini anlamadığı duygular arasında yorulur. Güneşin, bulutların arasından görünüp, kaybolması ruhu serseme çevirir. Duyguların bu yorucu gel-git halleri sanatla uğraşanların duygularına ve eserlerine de yansımış. Sonbahar şiirleri, resimleri, aşkları, şarkıları oluşmuş. Bu durumlar ruh sağlığı alanında da “sonbahar depresyonu, sonbahar melankolisi” gibi kavramlara konu olmuş. Victor Hugo, Melankoli, “hüzünlü mutlu olma, mutluluğudur” demiş. Hüzün de, yaşama dair önemli, vazgeçilemez duygularımızdandır. Ayrıca hüznün yakıştığı insanlar da vardır. Bu yıl Eylül ayının bireylerin dışında, sanat dünyası için başka üzücü yanları da oldu. Eylülün son haftasında sanat dünyasından iki üretken insan yaşama veda etti. Sinema, tiyatro sanatçısı Tuncel Kurtiz, “27 Eylül 2013” tarihinde 77 yaşında aramızdan ayrıldı. Geniş kitleler O’nu, “Ramiz Dayı” rolü ve “hayatın kuralı böyle yeğen” sözleriyle tanımıştı. Sanat dünyasının gerektiği gibi sahiplendiği bir cenaze töreni oldu. Büyük kalabalıklarla uğurlandı. Sonrasında, bir köşe yazısından sanatçının 2004 yılında, Bölük Pörçük isimli kendi yaşam öyküsünü yazdığı bir kitap çıkarmış olduğunu okudum. Ölümünden önce kendisiyle yapılan söyleşide sanatçı, 2 bin baskı yapılmış olan kitabın hala bitmediğini söylemiş. Kitabın adını “Ramiz Dayı” koysaydı nasıl olurdu diye düşündüm doğrusu… 
Sanat dünyasının bu önemli kaybının hemen ardından bir gün sonra “28 Eylül 2013” de yine yazın ve tiyatro dünyasının önemli ismi Turgut Özakman yaşama veda etti. Özakman’ın anı, inceleme, araştırma, tiyatro oyunu, senaryo alanlarında çok sayıda eserleri vardı. Bu eserlerinin yanında Özakman’ı bize tanıtan, “Diriliş, Şu Çılgın Türkler ve Cumhuriyet” isimli üçleme sayılan kitapları olmuştu. Özakman, bizlere Cumhuriyet tarihinin süreçlerini epik (destansı) bir dille anlatırken, yaşatan usta bir kalemdi… Özellikle son yıllarda gençlere ve çocuklara Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in değerlerini anlatmayı görev olarak görmüştü. 
Ben, burada az insanın okuduğunu düşündüğüm Özakman’ın başka bir kitabından söz etmek istiyorum… Kitabın adı “Romantika” 1960 -1987 dönemine özgü çalkantılar anlatılmış kitapta. Özakman, üslubu, bakışıyla, şaşırtıcı bir aşkı, gizemli bir ilişkiyi anlatmış. Kuşaklar arası anlaşılması, aşılması zor çatışmalar anlatılıyor romanda. Akıcı dil ile farklı bir roman. Kitap Özakman’ın, duygusal roman konusunda da ustalığının bir eseri… Geçen ay yitirdiğimiz sanat dünyasının emektarları olan Tuncel Kurtiz ve Turgut Özakman, bu ülkeye sanat üzerinden çok önemli değerler katan iki insandı.