Kasaya ücretini ödeyip çıktım… Beyazıt meydanını geçerken kafamda o sesler dönüp duruyordu. 

“Nazım çok büyüktür, altında çok şair ezilip gitti… Ne olur Nazım’a dikkat et”…

“Kendi şiirini kurana kadar, sana Nazım yasak…” 

O günden sonra Nazım Hikmet dışında Türk şiirinin ustalarını, dünya şiirinin çevirilerini, türkü sözlerini, içercesine okudum. Ama bana Nazım yasaktı… O akşamüstü bir karar daha verdim. Her şey şiire hizmet edecekti, şiire hizmet etmeyen her şeyden uzak durulacaktı.  

Sait Maden ile ilk rastlaşmamız Lorca şiirleri vesilesiyle oldu. Daha sonra Lorca’yı kendi özgün dili İspanyolcadan çevirmek için İspanyolca öğrendiğini okuduğumda Sait Maden’e olan saygım ve hayranlığım artacaktı. 

Hayat, benim için hemen her dönemde birkaç kulvarda yürünüp koşulan bir yolculuk olmuştur. 

Müzik, şiir, iktisat öğrenimi ve siyaset…

Hayat, birbirine paralel şeritlerde akarken 1972 güzünden başlayarak kendi kendime kanun öğrenme mücadelesine girmiştim. 

1975’de iktisat öğrenimim bitmiş lakin tek dersten Şubat ayını beklemem gerekiyordu. Burada kısa bir arakesit vermem gerekir diye düşünüyorum.

Akademi’de (İ.İ.T.İ.A.) üçüncü sınıfa geçtiğimde okulda akademisyen olarak kalmaya karar vermiştim. İlk adımım Öğrenci İşleri’ne giderek not ortalamamı öğrenmek oldu. Israrlı birkaç gidişten sonra sonucu öğrendim. Orta…

Okulda kalmam için diploma derecesinin önemini ise biliyordum. Öyleyse derslere daha planlı ve disiplinli çalışmam gerekiyordu. 

Rampa çıkarken yük atılır, diyerek konservatuar eğitimini bırakmaya karar verdim. Hazırlık artı üç yıl okumuştum. Konservatuar hazırlık artı beş yıldı. 

İki okul ve geceleri çalışmak ve Akademi’yi “iyi” ile bitirmek… Hepsi bir arada olacak gibi değildi. 

Akademi’de asistan olarak kalma hayalim İktisat Bölüm Başkanı Erol Zeytinoğlu’nun “Onun uygulanmayacak fikirleri var” engeline takıldı. 

Hayat döne kıvrıla akıp giderken 1975 güzünde CHP İstanbul Kocamustafapaşa Teşkilatı’nda kurulan Gençlik Korosu’nda şef olarak çalışmaya başladım. Yaşamımda eylemli siyasetin sokağına sapmış oldum. 1974 affından sonra siyaset giderek ısınmaya başlamıştı.

Şiirim ise kapalı devre bir yayın gibi kendi kozasını örmenin peşindeydi. 

1976 Şubat ayında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda müzikli oyunlarda kanun çalmaya başladım. Vedat Türkali’nin yazıp Hamit Akınlı’nın yönettiği “Bu Ölü Kalkacak” adlı oyun ile tiyatro yolculuğum başlamış oldu. Oyunun müziklerini Arif Erkin bestelemişti. 

Bu oyun, Nisan ayında Üsküdar’da sahnelenirken bilirkişi raporu ve mahkeme kararıyla yasaklandı. 

Burada bir kadraj kaydırması yaparak zamanı 1990’lı yılların ikinci yarına kaydıracağım. Çorum günleri… Yazılıkaya Dergisi’ni çıkardığımız günler…

İlk sayıyı çıkardıktan sonra çantama koyarak İstanbul’a Sait Maden’e dergiyi görücüye götürmüştüm. Ankara Caddesi’ndeki işyerinde ziyaretine gittim. Lorca şiirleri çevirisiyle tanıştığım Sait Maden ile yüz yüze tanıştım. 

“Biraz işim var, bekle…” dedi…

Uğraştığı işi kendince tamamlayarak,” Yanıma gel…” dedi ve eline punto cetvelini aldı…

Dergiyi inceledikten sonra konuşup anlatmaya başladı. Ben de elimde kalem hızla söylediklerini not ederek dersimi dinlemekteydim. 

Bir derginin nasıl olması gerektiğini sayfa düzeninin inceliklerini, olmazsa olmaz ilkelerini Sait Maden’den öğrendim. İlkokul yıllarından başlayarak (Doğan Kardeş) dergi okuru olmanın bilinçaltımda biriktirdiği görüntülerin de yardımıyla emek verdiğim dergilerin beğeni kazanmasında Sait Maden ustamdır, öğretmenimdir. 

Sait Abi, bir dergide olması gerek özellikleri anlattıkça okuduğum dergiler film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Bu geçiş, ne zaman bir dergi çalışmasına girsem arşivden çıkarak gösterime giren bir belgesel gibidir.   

Türk kültür ve sanat yaşamı Sait Maden’in sonsuzluğa yürümesiyle karınca sabrı ve inanılmaz bir disiplinle çalışan bir ustadan yoksun kalmıştır. 1932’de Çorum’da başlayan yaşam yolculuğu 19 Haziran 2013’de İstanbul’da bedenen bitse de yapıtlarıyla yaşayacak, nice şaire, grafikçiye ve ressama ışık olacaktır. 

Anı fotoğraflarını ak kâğıda siyah mürekkeple kayıt düşmeye devam edeceğiz…

Bu çalışmanın ana başlığı “Eski Zamanlar Yeni Düşler” olacaktır. 

*

MERCANOĞLU, KORAY, ERYÜKSEL

antalya’nın sularını
çökmüş salih
süpürüyor şakaklarında
dik duran yunus’a:
-ne yapalım?

gazanfer tutturmuş
dünyayı uyandırmaya
gökyüzüne fırlatmış oltasını
güneş avlamaya

kıyıyı derleyip toplarken
yunus ayıklamada sözcükleri:
-aman boğulmasınlar da!

yüreğim dağlanıyor
basmışım bir ağacın tırnağına

oturdum
modası geçen
çocuklarla

ağarmış şiir tellerinden
çay sundular bana…

NİSA LEYLA
Çağdaş Yaşam-Eylül 2013





















Yalın acı

Göğünü yazının
Özleyen
Kuşlardı
O harf…

Adanmış
Sonsuzuna sevginin
O yürek
Çarpıntısı…

Pervane
Telaşı işte
Sır kapısında
Hasretin…

İki düş arasındayız
Dedi şaman
Külde ateş
Yalın acı…

07 Temmuz 2013


Barışık 

Kendinden 
Ah
Yorulan
O harf…

Düş bulut
Ey
Yakın olan
Uzağa…

Kınında bıçaktı
Heyhat
Gecede
Işık…

“İlk gibi
Son”du
Kalbi dillerin
Sevgiyle barışık…

21 Mart 2013



Firak

Harf
Sarhoşuyduk
Zarf
Mazruf
İlişkisi…

Semaisiydik
İki dolu
Bir boş
Atan
Kalbin…

Su sesiydik
Çöllerde vaha 
Firakıyla
Yakın duran
Uzağa…

21 Mart 2013


Toz bulutu

Toz tuttu 
Gök
Harf bulut…

Yakut broş
Göğsünde
Gecenin
Işığın kalbi…

Harf söyler de
Dile vermez
Sırrını…

Kendine göçen
Sevgisi
Dedi şaman
Tozlu harflerin…

18 Mart 2013

Gazanfer ERYÜKSEL