(Neden kalkınmış tek bir İslam toplumu yok…)

Hiç kuşku yok ki, Türk düşünce yaşamında, İstiklal Marşımızın Ölümsüz Ozanı Mehmet Akif Ersoy (1873 – 27.12.1936) kadar yanlış anlaşılmış bir başka kişiye rastlamak olası değildir.

Dingüderlerin (antilaik) “Gavur Baytar”, bilimgüderlerin (laik) “Yobaz Akif” olarak adlandırdığı Mehmet Akif; her iki kesimin de; en iyilerinden çok daha iyi bir Türk, çok daha iyi bir Müslüman, çok daha iyi bir din adamı, çok daha iyi bir yurtsever, çok daha çağdaş, çok daha aydın, çok daha iyi bir düşün adamıdır.

Olaylara at gözlüğüyle bakmak, kişilerin söylemlerini orasından burasından çekiştirerek yargılamak, Ulus olarak bizim en önemli özelliğimiz. Önyargılılık, bağnazlık, yobazlık, kraldan fazla kralcılık bizim genlerimizde var.

Hiç kimse Mehmet Akif’i, pis emellerine alet edip, mezarında kemiklerini sızlatmasın. Hiç kimse Mehmet Akif’e küstahlık, saygısızlık yapmasın.

O Türk-İslam tarihinin en önemli kilometre taşlarından biridir.

Mehmet Akif’i daha iyi anlatabilmek için, onun verdiği hutbelerden birine, köşemde yer vermek istiyorum. Okuduktan sonra tekrar değerlendirin Mehmet Akif’i...

* * *

Mehmet Akif Ersoy diyor ki;

“... Biz Müslümanlar, -ben öyle görüyorum- Allah ile pek laubaliyiz!

Zannediyoruz ki, Cenab-ı Hak, oturduğumuz yerden isteyivermekle, hatırımız için ilahi kanunlarını değiştiriverir.

Zavallı bizler...

Çalışmadan, emek harcamadan, ‘amacına erişme hakkını’... böyle bir ümidi... kim veriyor sana?

Müslümanlık galiba! Belki.

Öyle ya, Müslümanlar Allah’ın sevgili kullarıdır!

Hani Müslümanlık bir uhuvvet (kardeşlik) husule getirecekti?... Hani nerede?...

Bugün Müslümanlar kadar müteferrik (dağınık), müteşeddit (katılaşmış) bir toplum var mı?

Her tarafta Müslümanlık cehalet, Müslümanlar ise sefalet içinde mahvolup gidiyor...

Hani Müslümanlık bize, dünya için hayat-ı tayyibe (temiz ve yüksek bir yaşam düzeyi) va’d ediyordu. Niye vermedi?

İşte hep... hep bizim cehaletimiz yüzünden...

Müslümanların hepsi cahil; Arab’ı cahil, Türk’ü cahil, Kürt’ü cahil, Arnavut’u cahil, hepsi cahil... Hepimiz igvaata (kışkırtmaya) kapılıyoruz.

Hani, müminler kardeş idi? O halde nedir Müslümanların bu hali?

350 milyon mu, 400 milyon mu, cihanda bu kadar Müslüman var; hepsi hirman (nasipsizlik, mahrumiyet, yoksulluk) içinde yaşıyorlar. Neden?

Biz diyoruz ki; ‘Müslüman’ız, o halde Allah bize tevfik (üstünlük, başarı) vermelidir.’

Demek sen Müslümanlığınla Allah’ı minnet altında bırakmak istiyorsun! Ne kadar cüret. Ne kadar hamakat (ahmaklık). Doğrusu, dünya dünya olalı, gafletin, cehaletin, körlüğün, sağırlığın bu mertebesi, ne görülmüş, ne işitilmiştir.

Ah biz alık Müslümanlar. Nasıl olmuş da bu kadar azim bir kitle, umumu (tümü) birden kötürümler gibi, histen, hareketten mahrum kalmış?...

‘Kanaat’i’, ‘tevekkül’ü’, ‘sabır’ı,... hepsini... hepsini yanlış anladık. Bize göre ‘sabır’, suret-i mutlaka da ‘katlanmak’ demektir.

Neye katlanmak?

Her şeye... Daha doğrusu katlanılamayacak şeylere. Mesela zelil (aşağılık) olmaya, hakaret görmeye, dövülmeye, sövülmeye; özetle insanlık onurumuzu zedeleyecek musibetlerin hepsine.

Aman yarabbi. Kur’an ne söylüyor, biz ne anlıyoruz.

‘Sabır’ katlanmak değil, göğüs germektir.

Neye göğüs germek?

Sonunda katlanılmayacak acılara katlanmak ıstırabına mahkum olmamak için, önceden her türlü şedaide (zorbalıklara), her türlü mezahime (sıkıntılara), mertçesine, insancasına göğüs germek.

Hele de ‘tevekkül’ (Allah’a bırakıp, kadere razı olma)... ‘Tevekkül’, hiç bizim anladığımız mahiyette mi?

Kur’an’ın gösterdiği, Hadis’in gösterdiği tevekkül, bütün esbaba sarıldıktan (tüm yolları denedikten) sonra olan tevekküldür.

Biz cehaletimiz yüzünden, dinimizi bu hale getirdik. Din de bizi bu hale getirdi.

İslam Dini, bir miskinlik (uyuşukluk) dini oldu...” (*)

* * *

İşte size, “Dünya üzerinde, neden kalkınmış tek bir İslam ülkesi yok?...” sorusunun yanıtı.

Ne diyor Mehmet Akif?

“Biz cehaletimiz yüzünden, dinimizi bu hale getirdik. Din de bizi bu hale getirdi…”

Söyledikleri şeyler yenir yutulur sözler mi?

Üstelik Mehmet Akif, şimdiki ulemalar(!) gibi, diyeceklerini kitaba yazıp, kendisi paravan ardına saklanan türden bir insan da değildir.

Bu sözler, Mehmet Akif’in, cami cemaatinin yüzüne karşı yaptığı konuşmalardan alınmıştır.

İstiklal Marşımızın Ölümsüz Ozanı Mehmet Akif Ersoy, işte böylesine açık sözlü, böylesine çağdaş, böylesine aydın bir din adamı idi.

Geçtiğimiz Çarşamba günü, onun ölüm yıl dönümü idi.

Işıklar içinde uyusun.

Rahmetli için “Pezevenk” sıfatını kullanan tımarhanelik fesli deliyi koruyup, kollayanlar; onu makam araçlarıyla, resmi giysileriyle ziyaret edenler; utanmadan sıkılmadan; Mehmet Akif Ersoy’u da anarmış gibi, sayarmış gibi yapıyorlar ya insan en çok bu ikiyüzlülüğe üzülüyor.

(*) Kaynakça: Doç. Dr. Abdülkerim Abdulkadiroğlu, Nuran Abdulkadiroğlu “Mehmet Akif’in Kur’an-ı Kerim’i Tefsiri; Mev’ıza ve Hutbeleri”. Sayfa.117 vd.