Mayıs'ın 7'sinde Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, Meclis Başkanlığına TBMM'de bir cemevi açılması için başvurur.

Gerekçe: Mademki TBMM'de cami var, o halde Alevi inancının ibadet yeri olan cemevi de açılmalıdır.

Meclis Başkanı Cemil Çiçek iki ay cevap vermez. Sonunda Diyanetin "Alevilik İslâm içidir ve İslâm'ın ibadet yeri camidir" görüşüne dayanarak cemevinin açılamayacağını bildirir.

Hüseyin Aygün ise "Diyanet Aleviler adına karar veremez. Alevilik dindir, ibadet yeri de cemevidir" şeklinde bir açıklama yapar. Ve konu yazılı ve görsel basında tartışılır.

Şimdi bir bakalım. Mecliste Sünni Milletvekili var mı? Var. Alevi Milletvekili var mı? Var. Cami var mı? Var. Ayrıca iki tane de mescit var. Cemevi var mı? Yok. Olması gerekir mi? Eğer bir inanç grubunun ibadet yeri varsa, diğer inanç grubunun ve gruplarının da düşünülmesi gerekir.

Peki, laik bir devlette mecliste cami olur mu? Olur ya da olmaz... Ayrı bir tartışma konusudur. Ama yine de kişilerin ibadetini yerine getireceği bir mekâna ihtiyaç vardır.

Hüseyin Aygün ilginç bir milletvekili. Gündem yaratan ilginç bir kişilik. Dokunulmaza dokunmakta, zaman zaman öyle bir çıkış yapmakta ki toplumu sarsmakta.

Dersim olayını gündeme getirmişti. Adeta alışılmış tüm siyasetlerin kimyasını bozar olmuştu.

Şimdi ise mecliste cemevini gündeme getirdi, meclisin kimyasını bozar oldu.

Cemevi konusunda Hüseyin Aygün samimi mi, değil mi? Bilemiyoruz. Ama cemevi konusunun getirilişiyle, adeta toplumsal bir samimiyet testi yapılmış oldu. Galiba amaç bu idi...

Dersim olayı ile devlet test edilir oldu. Cemevi ile iktidarın Alevi açılımındaki samimiyeti test edilir oldu.

Kabul edelim ya da etmeyelim, Alevi'nin ibadet yeri cemevidir. Bu, yüzyıllarca böyle olmuş ve de böyle olmakta.

Cemevi, Alevi kitlesinin adeta bir inanç kimliği olmuş. Ve bugün tüm Alevi kuruluşlarının olmazsa olmazı ve de öncelikli talebi olmuş.

Son iki yılın içinde İktidar bir Alevi açılımı başlatmıştı. Bunun için çalıştaylar düzenlenmişti. Olumlu bir girişimdi. Ama henüz yeterli bir sonuç çıkmadı.

Olumlu yanı, bu ülkenin böyle bir sorununun olduğunun konuşulur olmasıydı. 89 yıldır var olan ama yok sayılan sorunların dillendirilir olmasıydı.

*

Hüseyin Aygün'ün "Alevilik bir dindir..." gibi ifadesi ise, amacını aşan bir anlamda yansıma bulmuş ve gereksiz bir tartışmanın zeminini yaratmıştır. Aleviliği İslâm dışı gibi görmek isteyenlere adeta bir malzeme oluşturmuştur.

İnanç konusu bizi aşan bir konudur ama şu da bilinmelidir ki, Alevilik İslâmiyet'teki iktidar kavgasında Hz. Ali yanını tutanlara verilen bir isimdir.

Anadolu Aleviliği ise, Türkmen kültürü ile İslâm'ın yeni bir yorum şeklidir. Sonuçta İslâm'ı farklı yorumlayan İslâm'ın içinde bir inanç sistemidir.

Bu nedenlerle Aleviliği İslâm'ın dışında gibi görmek ve de ayrı bir din gibi göstermek, herhalde çok yanlış bir bakıştır.

Nitekim toplumsal olaylarda, Alevi-Sünni arasındaki bu farklı bakış özellikle kullanılmıştır. Toplum adeta bu iki inanç temelinde yarılmak istenmiştir.

Oysaki muhafazakâr İslâmi tabanın büyük ölçüde desteklediği iktidar, Alevinin bu sorununu çözmüş olsaydı, herhalde toplumsal barışın ve hoşgörünün çok önemli bir adımını atmış olacaktı.

*

Elbette sorun, mecliste cemevi açılıp açılmaması değildir. Açılsa bile orada cem törenlerinin yapılması mümkün değildir.

Sorun, Alevi toplumun cemevi talebinin kabul görüp görmemesidir.

Sorun, yıkılması ve yok edilmesi gereken ve de bilinçaltına yerleşmiş ya da yerleştirilmiş bir anlayışın değişip değişmediğinin görülmesidir.

Bugün, İslami duyarlılığı yüksek yazarlar da dahil birçok yazar, bu konuda olumlu görüş belirtmektedir. İktidarın bu sorunu çözüp bu konuyu bir gerilim noktası olmaktan çıkarılması istenmektedir.

Üstelik yeni ve sivil bir anayasanın hazırlıklarının yapıldığı ve de genel bir kabul gördüğü bu günlerde, bu sorunun çözülmesi daha da bir önem kazanmaktadır.

Cumhuriyete sadakati çok yüksek olan 20 milyon Alevi'nin cemevinin tanınması kadar bir meşruiyet olmasa gerekir.

Ayrıca ve de özellikle emek-sermaye kavgasını, sosyal ve siyasal sorunları inanç gruplarının üzerine yıkan anlayışlara fırsat yaratılmaması, herhalde bu ülkenin en büyük ihtiyacı olmalıdır.

Cumhuriyetin kuruluşunda etnik ve inanç farkı gözetilmeden, tüm bu toplumun harcının olduğu ise asla unutulmamalıdır.