Sonuçta meclise de başörtüsü girdi.

Bugüne kadar bilinen Cumhuriyet ilkelerine ve geleneksel meclis kurallarına aykırı da olsa, genel olarak kabul gördü. Sanki meclisteki durum bir meşruiyet kazanır oldu.

Öyle ki, türbanı irticanın göstergesi olarak görenler, şeriatın ayak sesleri diyenler de kabul eder oldu.

Bugün iktidara talip olan Sayın Kılıçdaroğlu, 3 Kasım Pazar günü yapılan parti meclisi toplantısında "Parlamentoda tarih yazdık" dedi.

Ve konuşmasında:

"Biz çok önemli bir gerçeği Türkiye'nin gündeminden sildik, aldık. Artık hiç kimse türban üzerinden mağduriyet edebiyatı yapamayacak. Hazırlıkları ona göre yapmış, saldırılarını da ona göre hazırlamışlardı. Tam bir bozguna uğradılar " dedi.

Yine aynı konuşmasında:

"Diyanet İşleri Başkanlığını, İmam Hatip mekteplerini, İlahiyat Fakültelerini biz kurduk..." dedi.

Bu ifadelerle ne anlatılmak istendi? Nereye varılmak istendi? Bilemiyorum.

Evet, 31 Ekim 2013 Perşembe günü TBMM'de bir tarih yazıldı. Doğrudur. Ancak bu tarihi kim yazdı?

**

Şimdi, sormak gerekmez mi?

Parlamentodaki tarihi; Kılıçdaroğlu mu yazdı, Başbakan Erdoğan mı?

Parlamentodaki tarihi; CHP mi yazdı, AKP mi?

Evet, kim yazdı bu tarihi?

Ve de parlamentoda bozguna uğrayan kim ya da kimlerdi?

Elbette bu soruya cevap verebilmek için, öncelikle geçmişteki tavır ve siyasal bakışlar bir hatırlanmalıdır.

Hiç evelemeden gevelemeden cevap verelim; türban ya da başörtüsü:

-Yıllarca gericiliğin, irticanın görüntüsü olarak sunuldu mu? Sunuldu.

-Hatta şeriatın ayak sesleridir denildi mi? Denildi.

-AKP tarafından bu bir özgürlük ve eşitlik olarak görüldü mü? Görüldü.

Peki, ne oldu şimdi? Yani kim tarih yazdı? Kim bozguna uğradı?

AKP evet dedi. MHP evet dedi. BDP evet dedi. CHP, yapılan iki konuşma dışında Genel Başkanın ifadesiyle evet dedi.

Basın % 90 ölçüde olumlu karşıladı; Cumhuriyet, Sözcü, Aydınlık, BirGün, Evrensel, Sol ve Yurt gazetelerinin dışında genel olarak evet dedi. Yani toplam tirajı 4,5 milyon olan gazetelerin 4 milyonu evet dedi.

Köşe yazarlarının % 90'ı evet dedi.

TÜSİAD evet dedi. MÜSİAD evet dedi.

Peki, o halde bu toplum türban üzerinden yıllarca niçin gerildi?

Niçin 14 yıl önce Merve Kavakçı olayı yaşandı?

Niçin üniversitelerde yıllarca türban sorunu yaşandı?

Ve de niçin türban üzerinden yıllarca laiklik tartışması yapıldı? 

***

Artık şunu da açık olarak söylemek gerekirse:

-Bu ülkede siyaset, inanç üzerine inşa edilir oldu mu? Oldu.

-Bugün İslami yaşam biçimi, topluma damgasını vurur oldu mu? Oldu.

-90 yıllık Cumhuriyetin siyasal ve sosyal profili, değişir oldu mu? Oldu.

Evet, şimdi bir kere daha soralım; kim tarih yazmış oldu bu ülkede? Herhalde şu sorular da sorulur olsa gerek:

-Acaba bu güne kadar laik kesimin koyduğu tavır mı yanlış idi?

-Daha da önemlisi, Cumhuriyet inşa edilirken bu toplumun İslami dokusu mu ihmal edildi?

-Ya da Sosyal Demokratların sosyal ve siyasal bakışı mı değişir oldu? 

***

Galiba "Sosyal Demokrat" siyaset, Şafak Pavey'in konuşmasının dışında iyi bir sınav veremedi. Sanki siyasal bir zaafiyetin ve ilkesizliğin bocalaması yaşandı.

Ve de öyle görünüyor ki, başta "Sosyal Demokrat" siyaset olmak üzere genelde Türkiye siyaseti kendini bir sorgulamak durumuna geldi.

Çünkü:

-Cumhuriyet ve laik değerler giderek aşınıyorsa...

-Ülke bir İslam Cumhuriyeti gibi algılanıyorsa...

Bu değerleri koruması gerekenler, ya siyasal bir körlük içindedir ya da görevini yapamıyor demektir.

Son olarak denilebilir ki, meclisteki durum maalesef bir ilkesizliğin ve bir teslimiyetin görüntüsü olmuştur.

Yazımızı Bekir Coşkun'un 2 Kasım günlü "Ce He Pes" başlıklı yazısından bir alıntıyla bitirelim.

"Tüm medeni dünya insanları gibi, çağdaş, aydınlık, gelişmiş bir ülkenin bireyi olmak isteyen aydınlık yüzlü insanlarımız, teslimiyeti hüzünle izlediler..."