Yıl 1958…

Çorum İnkılâp İlk Okulu 3. Sınıf öğrencisiyim.

Sabahın kör karanlığında, dersliklerimize giriyoruz…

Öğretmenimiz, elindeki kepçeyle, öğretmen masanın üzerindeki sıcak su kazanına döktüğü süt tozunu karıştırıyor.

Kazanın yanındaki kutuda, turuncuya kaçan sarı renkli (kaşarımsı) peynirler var.

Çantalarımızı sıralarımıza bırakıyor, evden getirdiğimiz fincanları çantalarımızdan ya da poşetlerinden çıkarıp, okul numaramız sırasına göre tek sıra süt kazanının önüne diziliyoruz.

Öğretmenimiz elindeki bardak benzeri kepçeyi süt kazanına daldırıyor; kendisine uzatılan fincanları dolduruyor sonra da önündeki kutudan, kibrit kutusundan az biraz daha büyükçe turuncumsu sarı peynirlerden veriyor.

Sütünü ve peynirini alan sırasına oturuyor; sütünü içip, peynirini yiyor.

Sütü içip, peyniri yemeyen; ya da peyniri yiyip, sütünü içmeyen arkadaşlarımız var.

Öğretmenimiz, “sütünü ve peynirini almayan var mı?” diyor; her seferinde, gözleriyle sınıfı tarayarak.

Üç beş arkadaşımız da her seferinde, “Mehmeeet!, Mehmet almadı, örtmenim…” diye ispiyonluyorlar Mehmet arkadaşımızı…

Mehmet arkadaşımız da her seferinde ayağa kalkıyor; “O iğrenç devletin ne sütü içilir, ne peyniri yenir. Zehirliyorlar! Hepinizi, hepimizi zehirliyorlar…” diye bağırıyor.

Mehmet bağırıyor, biz gülüyoruz.

1958’li yıllardayız..

Mehmet’in (ve de hepimizin) yaşı sekiz…

Henüz ilkokul 3.sınıf öğrencileriyiz.

Çocuğuz yani.

Mehmet de çocuk, biz de çocuğuz.

Ama Mehmet farklı.

Mehmet sınıfımızın ağır abisi; her zaman, hepimize, küçümser ifadelerle bakıyor ve sınıfta tek benimle konuşuyor.

* *

Aradan bunca yıl geçti, o günleri hiç unutamam…

Soyadını anımsamadığım Mehmet’i de, onun yetişkin insanlar gibi tavırlarını da, konuşmalarını da hiç unutmadım.

O günlere ait her ayrıntı, dün gibi gözümün önündedir.

Yıllar sonra lise çağlarımda, belli bir bilinç düzeyine erişince de; bu olayı şöyle yorumladığımı, anımsarım.

“İktidara gelir gelmez sömürgeci Amerika’nın güdümüne giren Koca Menderes İktidarı; ‘1958’li yılların, henüz 8 yaşında olan ilkokul 3.sınıf öğrencisi, Mehmet çocuk kadar (bile) olamadı.’

Amerika’nın telkinleriyle, ülkenin pek çok fabrikasını ve de Köy Enstitülerini kapatıp; uçak imal edip, ihraç edecek düzeye erişmiş ülkemizi, tekrar sıradan bir tarım ülkesine dönüştürdü ve ülkemizi Amerika’ya peşkeş çekti…

Bu ne yaman, bu nasıl bir çelişkidir böyle…”

* * *

Aşağıda yer verdiğim anıyı da; yaşadığım anıyı tamamlayan bir anı olduğu için köşeme taşıdım.

Marshall Yardımı denen onur kırıcı o rezilliği; o günleri yaşamış olan Mehmet (?!) Bey anlatıyor.

"1960'lı yıllar.

İlkokula gidiyorum…

Öğretmenimiz, ABD’den yardım(!) olarak gelmiş, süt tozu paketlerini dağıttı sınıfta…

O tarihlerde bizim de 100'e yakın keçimiz, 30'dan fazla ineğimiz var; ancak (o günlerde) süt, yağ ve yoğurtlarını satma imkânımız yok..

Yani demem o ki; bize yetecek kadar her tür süt ürünümüz var evimizde…

… …

O gün, o cicili bicili süt tozu paketlerini büyük bir sevinç içinde eve getirdim.

Avluda dedemle karşılaştım;

'Ne o elindekiler?' dedi.

Süt tozu, dedim, göğsümü gere gere...

Dedem sinirlendi. 'Bizim evimizde süt yok mu yavrum? Götür geri ver onu, sütü olmayan çocuklara versinler.' dedi.

Aslında köyümüzde sütü olmayan ev yoktu ama özenmiş, arzulamıştım bir kere…

‘Götürmem’ dedim, ‘ben içeceğim…’

Dedem, 'Oğlum, yavrum, kuzum… O Amerika denen ülke var ya o ülke… Onlar durduk yere vermezler bu illeti. Büyük bir olasılıkla, bizi zehirlemek için gönderiyorlardır bunları…' dedi.

Anında karşı savunmaya geçtim; öğretmenimin anlattıklarına güvenerek…

Bu söylediklerini de okuması yazması olmayan dedemin, cehaletine yordum.

Dedem baktı ki beni ikna edemeyecek; bana, 'git, o süt tozunu süte çevir, gel buraya.' dedi.

Eve girip, süt tozundan süt yapıp getirdim.

Dedem, sütü alıp; köpeğimizin önündeki yalağın içine koydu..

Köpek, ağzını süte değdirir değdirmez irkildi, geri çekildi.

Saldıracak gibi bakıyordu bize…

Dedem, o süt tozundan mamul süt(!) dolu kabı, köpeğin önünden alıp döktü, kabı yıkadı.

‘Şimdi git, bizim evden, bizim sütten getir.' dedi.

Gidip, kendi sütümüzden getirdim… O sütü, yıkanmış kaba koyup, köpeğin önüne sürdük.

Köpek, süte ağzını batırdı. Bir nefes aldı. İki içimde de sütü tamamen bitirdi.

Dedem hiç okula gitmemişti ama öğretmenimden ve o sütleri okulumuza gönderen yetkililerden çok daha fazla şey biliyordu..

… …

O tarihlerde dağıtılan bu süt tozlarından sonra Türkiye'de "Çocuk Felci" vakaları görüldü ve felç salgını başladı..

Sonra?

Sonra ne mi oldu..?

Amerika bize milyon dolarlar karşılığında çocuk felci aşıları sattı..

Önce çocuklarımızı hasta ettiler; ardından da iyileşelim diye ilaç ve aşı sattılar..

* * *

Haboğlu’nun son sözü .

AMERİKA ÖPMEYECEĞİ(!) SIĞIRIN ÖNÜNE OT ATMAZ.

Amerikan telkinleriyle, Atatürk’ümüzün önderliğinde kurulan fabrikalarımızı ve kurumlarımızı kapatıp; üreten / üretmeye başlayan ekonomimizi, tekrar tüketim ekonomisi haline dönüştüren;

Ülkemizi tekrar Batı’ya avuç açan bir ülke konumuna getiren başta DP iktidarı olmak üzere aynı kafadaki tüm lider(!) ve siyasetçi(!) bozuntularına yazıklar olsun.