Mademki yargıda, ekonomide, siyasette “reform” denildi…

Ve mademki 2021 yılı “reform” yılı denildi…

Ve de mademki ilan edilen reform, siyasette, toplumda barışık bir iklimi hedeflemekte…

O halde barışık bir ortam yaratamamış, olanı da yok etmiş kutuplaşmaya bir bakalım.

* * *

İşte öncelikle siyasetten bir görüntü:

-Bugün siyaset birbirini ‘öteki’ olarak görmekte, “ahlaki” olarak da aşağılamaktadır.

-Ve de etnik ve inanç kimliklerini kaşımakta, toplumsal şiddeti kitlelere yaymakta, toplumsal kutuplaşmanın önünü açmaktadır.

-Sorunları birlikte çözebilmenin koşulları ise varsa da yok edilmektedir.

Çünkü bugün hem iktidar hem muhalefet ve genelde tüm siyaset, kutuplaşmaktan beslenir olmuştur ve de olmaktadır.

Öyle ki, “koronavirüs” salgını bile bu kutuplaşmakta araç olarak kullanılmaktadır.

Yani diyebiliriz ki, birlikte yaşanamaz bir toplumsal iklim, adım adım örülmektedir.

Elbette, bugüne kadar okuyan ve analitik bakan bir toplum olamayışımız…

Ve de bugüne kadar soran ve sorgulayan bir toplum olamayışımız…

İşte bu tip siyasal anlayışlara güç vermiş, adeta onların önünü açmıştır.

* * *

Aslında kutuplaşma, ülkemiz siyasetinin bir hastalığıdır da diyebiliriz.

Nitekim Cumhuriyetin ilanı ile de kendini “öteki” hisseden bir kesim oluşmuştu.

Cumhuriyet reformlarına itiraz, “laik-muhafazakâr” bandında bir kutuplaşmanın tohumlarını ekmişti. Ezanın Türkçe okunuşu ise bu kutuplaşmayı daha da besler olmuştu.

Çok partili sistemde bu kutuplaşma, siyasetin ana omurgası gibi kullanılmış, bugüne kadar telafi edilemeyen toplumsal bir yarılmanın da önünü açmıştı.

90’lı ve 2000’li yıllarda ise türban üzerinden bir kutuplaşma oluştu ya da oluşturuldu.

Ve ülkede uzun bir süre takarım-taktırtmam kavgası, siyasete damgasını vurdu.

Sonuçta taktırtmam diyenler de evet dedi, sorun çözüldü. Ama toplumun enerjisi uzun bir süre bu kavgada harcanır oldu.

Elbette Türkiye’deki kutuplaşmada, dış güçlerin bir etkisi yoktur da diyemeyiz.

Ama küresel güçler tarafından kullanılmasının sonuçlarını Irak, Suriye, Afganistan, Libya ve tüm İslam ülkelerinde herhalde görebilmekteyiz.

* * *

Peki, neden kutuplaşma?

Yıllarca darbelerle, olağanüstü hallerle, çatışmalarla, katliamlarla birlikte yaşamak zorunda bırakılan bu toplum çatışmadan, kutuplaşmadan yoruldu ve de bıktı.

O halde neden ve niçin bu kutuplaşma?

Çünkü siyasette bir “öteki” yaratmak, sorunların kaynağını karşıya yüklemek, çözüm üretmekten daha kolay olmaktadır.

Yani Türkiye’de siyaset, kutuplaşmanın sadece kullanıcısı değil başat bir üreticisi olmuştur.

Giderek yazılı ve görsel medyanın yerini alan, toplum için adalet arayan “sosyal medya” bile, yoğunlaşan “nefret dili” ile neredeyse bu kutuplaşmayı destekler olmuştur.

Sonuçta bugün Türkiye, telafisi zor olabilecek iki kutba savrulmuştur.

Soğuk savaşın iki bloka ayırdığı dünyada, “kapitalizm-sosyalizm” bandındaki bir kutuplaşma, Türkiye’de sağ-sol kutuplaşmasını yaratmıştı.

12 Eylül darbesiyle de “Alevi-Sünni” bandında, “Türk-Kürt” bandında bir kutuplaşmanın tohumları ekilmiş, özellikle de “laik-muhafazakâr” kutuplaşmasının derecesi yükseltilmiştir.

kutuplaşma, toplumun ve düşüncenin olduğu her yerde az da olsa görünür olmaktadır. Ama siyaset bunu özellikle kamçılamış, bundan nemalanmak istemiştir.

Çünkü amaç taraftarlarını mobilize etmek, yani hareketli tutmaktır.

* * *

Ve bugün, kutuplaşmanın yarattığı şiddet giderek bir kimlik olmuştur.

Ve de körü körüne bir partizanlık oluşurken, aklın yerini duygular, gerçeğin yerini önyargılar almıştır.

İşte bu nedenle, kutuplaşmayı tetikleyen siyasi ezberler artık bozulmalıdır.

Eğer, birlikte yaşanmak isteniyor ise…

Eğer, Türkiye üzerinde hedeflenen emperyal politikalar ötelenmek isteniyor ise…

Ama öncelikle siyasette karşılıklı önyargılar yıkılmalıdır.

Özellikle de kutuplaşmayı eritecek ya da tümüyle yok edecek bir toplumsal iklim, yerel yönetimlerden doğmalıdır.

Çünkü yerel yönetimler; birlikte yaşamanın, farklılıkları kabullenmenin, farklı kimlikleri sindirmenin, yani gerçek bir demokrasinin görünür olmasına daha elverişlidir.

Çünkü yerel yönetimler; halkın muhatap olduğu ve muhatap bulduğu, halk iradesinin daha somut ifade edildiği, yerel iradenin ete-kemiğe büründüğü bir ölçüde yerel bir iktidardır.

Kutuplaşmadaki çarpıcı görüntüye, bir kez de Prof. Dr. Emre Erdoğan’dan alıntılarla, sayısal veriler bağlamında bakalım. Yarın…