Son günlerde ve son aylarda gelişen bazı durumların, acaba "Cumhuriyetle bir hesaplaşma mı yapılıyor?" gibi yansıması oldu.

Cumhuriyet Bayramı törenleri iptal edildi.

Ancak Van depremi ülkede büyük bir acı, duygu yoğunlaşması ve hassasiyet yaratmıştı. Ve bu hassasiyet gerekçe olarak gösterilmişti. Ama başta CHP olmak üzere bazı siyasi görüşler ve sivil kurumlar itiraz etmişti.

19 Mayıs törenleri ile ilgili yeni düzenleme yapıldı.

Stadyumlardaki görsel şölenler iptal edildi. "Bir günlük gereksiz masraf, hava muhalefeti, eğitim ve öğretimin aksaması" gibi nedenler gerekçe olarak gösterildi. Ama pek de inandırıcı olmadı. Ve bu düzenleme çok büyük bir tepkiyle karşılandı.

Ancak şunu da söylemek gerekir ki, 19 Mayıs törenleriyle ilgili gerekli hassasiyeti gösterenler, aynı günün Yunanistan'da "Pontus Rum Soykırım Günü" olarak anılmasına gerekli tepkiyi vermediler ve de verilmiyor. Soykırımın ardından özellikle Selanik'te iki soykırım anıtı dikilmişti. Ve yıl 1994 idi. O gün Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Tansu Çiller ve yardımcısı Erdal İnönü idi.

Gençliğe hitabe gündeme geldi ya da getirildi.

Kaldırılsın denmedi ama İsmet İnönü tarafından yazıldığı dillendirildi. Güya Atatürk tarafından yazılmadığı söylentisiyle İnönü üzerinden hitabenin önemsiz olduğu vurgulanmaya çalışıldı.

Nitekim eski Milli Eğitim Bakanı ve Hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik, "Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi ayet mi?" diyerek konuyu daha hassas bir yöne çekti.

Andımız gündeme geldi.

Eğitime bir katkısının olmadığı söylendi. "Bulgaristan'da 'Bulgar'ım, doğruyum ...' gibi, Yunanistan'da 'Yunan'ım, doğruyum...' gibi ifadeler var mı?" şeklinde benzetmeler yapıldı. Etnik kimlik vurgusuyla ayırımcılığın körüklendiği söylendi. Ve büyük bir tartışma yarattı.

Aslında "Türküm, doğruyum, çalışkanım..." diye başlayan andımız, 1933 yılında gündeme gelmişti. Bir genelge ile bütün okullarda her gün tekrarlanması zorunlu kılınmıştı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip tarafından yazılmış, 1972'de ve 1997'de yapılan değişikliklerle bugünkü şeklini almıştı.

Elbette toplumda etnik ayrımı uyandıran ve tetikleyen, derinliğinde itirazları besleyen sözler var ise, 89 yaşına gelmiş Türkiye Cumhuriyetinde yeniden değerlendirilebilir. Hatta değerlendirilmesi de gerekir.

Atatürk bu konularda zaten gerekeni söylemişti. Milli Eğitim Bakam Dr. Reşit Galip'e verdiği bir cevap fazlasıyla yeterliydi. "Zaman süratle ilerliyor, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur..." diyerek gerekli yolu göstermişti.

Peki, neden gündeme getirilen bu konular muhalefette ve özellikle lâik kesimde, kutsanmış milli değerler üzerinden "Cumhuriyetle hesaplaşma" gibi algılanmakta?

Bugün ülke, İslâmi motifleri yüksek bir iktidar tarafından yönetilmekte. Muhalefet, özellikle sosyal demokratlar iktidara Cumhuriyet karşıtı, lâiklik karşıtı gibi bakmakta. İktidar ise bu kesime İslâm karşıtlarıymış gibi bakmakta.

Yüksek sesle dillendirilmese de bu bakışlar aynen böyle. Üstelik bu bakışlar, toplumun yarılmasının da önemli bir nedeni olmakta.

Oysaki iktidar, hassasiyetleri göz önünde tutmalı ve genel bir mutabakat sağlayarak bu hassas konulara yaklaşmalıydı. Bölünebilme tehlikesini içinde taşıyan çözülmemiş büyük sorunların olduğu bir dönemde, toplumca bir ölçüde kutsanmış bu değerlerin hassasiyetini görmeliydi ve de görmelidir.

Muhalif kesimi oluşturan Sosyal Demokrat ve lâik kesim ise, tek parti dönemini bir "Asr-ı Saadet" gibi görmeyi bırakmalıydı. O günün koşullarında uygulanan her şeyin mutlak doğru olduğu tezini terk etmeliydi ve de etmelidir.

Ne yazık ki, Başbakanın "Dindar bir nesil yetiştireceğiz" gibi hiç de gerekli olmayan bir sözü, muhalif kesimde haklı olarak büyük bir endişe yarattı. Ve yukarıda belirttiğimiz durumların "Cumhuriyetle hesaplaşma" gibi algılanmasına neden oldu.

Üstelik "Okul-Aile Birlikleri Yönetmeliği"nde yapılan ve 9 Şubat 2012 günlü Resmi Gazetede yayınlanan değişiklik bu endişeyi daha da artırdı.

Okul-Aile Birliğinin görevlerini belirleyen yönetmeliğin 6/a maddesindeki ifade şöyle idi: "Öğrencileri, Türk Milli Eğitiminin Genel Amaçları ve Temel İlkeleri ile Atatürk İnkılâp ve İlkeleri doğrultusunda yetiştirmek üzere okul yönetimi, öğretmenler, veliler ve ailelerle iş birliği yapmak."

İşte bu maddedeki "Atatürk İnkılâp ve İlkeleri" kaldırılmış, yerine "milli manevi değerler" ifadesi konulmuştur.

Bu ifadedeki değişikliğin nedenini bilemiyoruz. Neden böyle bir ihtiyaç duyulduğunu da bilemiyoruz. Ama iktidara kuşku ile bakan lâik kesimi daha da endişelendirdiğini biliyoruz.

İşte bir tarafta İslâmi motifleri daha yüksek kullanan iktidar, diğer tarafta Kemalist motifleri daha yüksek kullanan ve savunan muhalefet. Hem toplumsal yarılmanın büyük ve tehlikeli bir etkeni olmakta, hem de modernleşmenin ve demokratikleşmenin önünde tabular yaratmakta.

Oysaki bu ülkenin ortak değerleri olan dinin, bayrağın ve Atatürk'ün siyasi araç olarak kullanılmadığı bir siyaset, bu ülkeye daha güzel yakışırdı. Ve bu ülkenin demokratik inşasına daha büyük katkı sağlardı.