İŞ AHLAKI: Dünyada hâkim ekonomik anlayış olan kapitalist/liberal sistemde, çalışma, iş görme, üretim ve tüketim doyurucu, geliştirici, refah artırıcı ve genel kabul görmüş bir faaliyet olarak süregelmiştir. Bu bakımdan çalışmanın insan yaşamında çok önemli bir yer edindiği açık bir gerçektir.
İş ahlakının hem ruhani/dini hem de laik değerlerde kökenleri mevcuttur.
İş ahlakının dinsel bakış açısında; çalışmanın, başlı başına ahlaki bir iyilik olduğu savunulur.
Birey, çalışması (ameli) sayesinde daha iyi ve daha muteber ve saygın kişiler olur ve içinde bulundukları toplumca da kabul görürler.
İnsanların bilgi, deneyim ve yetenekleri onlara Tanrı tarafından kullanılmak üzere verilmiştir. Bu bakımdan “sıkı çalışma” “işini en iyi şekliyle yapma” “yarına iş bırakmama” “eline sahip olma” gibi çalışma önerileri ile “tutumluluk” “sahip oldukları ile övünmeme” vb kurallar ahlaki birer zorunluluktur.
“YEMİN MALIN KARINI ÇOĞALTIR, FAKAT BEREKETİNİ AZALTIR. HZ. MUHAMMED (SAV)”
İş ahlakının laik kökenlerinin ilk birlikte üretim ve çalışma günlerinden beri var olduğunu düşünmemize neden olan bulgular vardır. İnsanlar yaşamlarını idame ettirebilmek için sıkı çalışmak zorunda kalmışlar ve çalışmayı erdemli hale getirmenin yollarını ararken bu ülküde verimlilik temel kıstas olarak alınmıştır.
“HAYATTA EN BÜYÜK ZEVK BAŞKASININ "YAPAMAZSIN" DEDİĞİNİ YAPMAKTIR. W. BAGEHOT”
Aynı zamanda yaşam standartlarının yükseltilmesi ve geliştirilmesi için izlenecek yollar seçiminde dini verilerden çok ekonomik ve teknolojik kıstasların esas alınması özellikle batılı toplumlarda toplam kalitenin artması sonucunu doğurmuş bu durumda iş ve çalışma hayatı ile tanrı ile kul arasındaki ruhani bağın içselleştirilmesi hedeflenmiştir.
Böylelikle çalışma sayesinde her kuşağın sonraki kuşaklara katkıda bulunabileceği arzulanan temel ülkü olarak kabul edilmiştir.
“BAZILARI ÖZEL GİRİŞİMİ VURULMASI GEREKEN BİR YIRTICI OLARAK GÖRÜR, DİĞERLERİ İSE SAĞILMASI GEREKEN BİR İNEK OLARAK.. AMA ARABAYI ÇEKEN GÜÇLÜ BİR AT OLDUĞUNU GÖRENLER ÇOK AZDIR. SİR WİNSTON CHURCHİLL”
İster dini referanslı ister laik referanslı olsun günümüz koşullarında gerçek de çalışmadan verim elde etmenin mümkün olmadığı aktif pozitif ve gerçekçi çaba ile istenen sonuçların ancak mümkün olabileceği gerçeği genel kabul görmüştür.
“TÜCCAR, MİLLETİN EMEĞİ VE ÜRETİMİNİ KIYMETLENDİRMEK İÇİN ELİNE VE ZEKÂSINA EMNİYET EDİLEN VE BU EMNİYETE LİYAKAT GÖSTERMESİ GEREKEN ADAMDIR. M.K. ATATÜRK”
STATÜ: Günümüzde yaşam ve iş hayatında; bir bireyin toplumda ve/veya çevresinde diğer bireylerle mukayeseli olarak sahip olduğu sosyal derecesine statü diyebiliriz. Bu statü biçimsel olabilir ya da olmayabilir. Statünün biçimsel olması, bireyin içinde yer aldığı kurum, otorite ve yönetimsel yapısının bireye tanımladığı şekil şartlarına bağlıdır. Biçimsel olmayan statü ise, bireye duyulan hisler nedeniyle yakıştırılmış sosyal biçimleme ve kişinin o sistem içinde bulunduğu sıradaki sair kişilerce algılanmasını ifade eder.
Diğer taraftan statü tekil değildir. Başka bir ifade ile statünün tanımlanabilmesi için ilişkinin en az iki ve daha fazla sayıdaki birey topluluklarından söz etmek gerekir.
Bireyler çalışma hayatı içersinde ve sosyal hayatta diğerlerine göre sıralarını ( hiyerarşi) belirleyen statü sistemleri içinde bulunurlar ve bu statülerini artırmak için daha fazla çaba sarf etme ihtiyacı hissederler. “itibarı kalmamak” deyimi tam da bunu anlatmak üzere kullanılır bu durumdaki birey kişisel ilişkideki statü kaybıyla ciddi bir biçimde yüz yüze kalmıştır
“HIRS BİR TEKNENİN, YELKENİNİ ŞİŞİREN RÜZGÂRA BENZER. FAZLASI TEKNEYİ BATIRIR. AZI DA TEKNEYİ OLDUĞU YERDE SAYDIRIR. VOLTAİRE”
Statü İnsanlık için önemli olduğuna göre, bireyler bunu elde etmek için sürekli çaba göstereceklerdir. Birçoğumuz ek bir ücret, prim, mansiyon vb sağlamasa bile statüyü salt olarak arar. Basit bir taltif, teşekkür ve bir adım sonrasında sıfat kişinin verimini artırır
Kurumların bu konuda işletmenin hedeflerine ulaşma kriterleri doğrultusunda: statü tanımlamalarını ve uygulamalarını faaliyetleri ile ilişkilendirdikleri takdirde güçlü ve özendirici bir model uygulamış olurlar
“ASIL ETKİLEYİCİ OLAN, NİTELİKLERİNİZİN -SİZİN YARDIMINIZ OLMADAN- BAŞKALARI TARAFINDAN KEŞFEDİLMESİDİR. JUDİTH MARTİN”
Genellikle bir kurumdaki yüksek statülü kişiler düşük statülü bireylerden daha çok güç ve etkiye sahip olurlar. Bu durum onlara üstünlük ve ayrıcalık sağlar ve bu durum onlara içinde bulundukları kurumda daha fazla söz hakkı ve önemli kararlara iştirak etme hatta yönetme, imkânı verir eğer kurumda örgütlenme yani kurumsallaşma doğru temeller üzerine yapılandırılmışsa statü uygulamaları işlev bozucu etkilerden arındırılmış olur. Böylelikle statü tanımlamaları bireyler arasında sistemli bir ilişki sağlar
“BİR ARAYA GELMEK BİR BAŞLANGIÇTIR, BERABERLİĞİ SÜRDÜRMEK BİR İLERLEME... BERABER ÇALIŞMAKSA GERÇEK BAŞARIDIR. HENRY FORD”
Statü sisteminin en belirgin özellikleri statü simgeleri ile ete ve kemiğe bürünür. Bunlar gözle görülür elle tutulur dışsal simgelerdir.
Bir ofiste masanın tipi, bilgisayarın ve telefonların marka ve modelleri bu işi simgesel olarak belirler yönetici ofislerindeki halı, mobilya, tablo, perde, aydınlatma gibi unsurlar statü simgeleridir. Çoğu zaman bu simgelere özenmek gülünç gelse bile verimlilik esas alındığında motivasyonun itici gücünden yararlanmak isteyen yöneticiler bu simgelere başvurmak zorunda kalabilirler önemli olan aynı düzeydeki statülerde bir standart yakalamaktır. Bu durum yöneticilerin kendi arasındaki simgesel rekabetini minimize etmeye yarar ayrıca aynı zamanda daha alt statüdekilerin kıskançlık duygularını törpüleyerek ulaşma hedeflerini motive eder.
HER DURUMDA YÖNETİCİLER, KURUMSAL STATÜNÜN VARLIĞINI KABUL ETMEK VE İŞ AHLAKININ GEREĞİ VE VERİMLİLİĞİN SAĞLANMASI İÇİN BUNU SİMGELEŞTİRİP EŞİTLER ARASINDA ADİL VE RASYONEL DAĞITMAK DURUMUNDADIRLAR.