Geçtiğimiz iki gün peş peşe yayımlanan, “Kürtçe özgün bir dil midir?” adlı yazılarımızda;
Bir halkın, ulus niteliği kazanabilmesi için; dil birliği, tarih birliği, kültür birliği, gelenek birliği ve uygarlık birliği’nin olması gerektiğini; bu koşulların içinde de en önemli olan koşulun “dil ve tarih birliği” olduğunu vurgulayıp, Kürtlerde dil birliği olup olmadığını irdeledik.
Bugün de “bilimsel anlamda, tarihsel birlikteliklerinin olup olmadığını” anlatmaya çalışacağız.
* * *
Sözlüklerimiz, tarih kavramını çok uzun ve karmaşık bir biçimde tanımlar.
Biz o detaylarda boğulmadan, direkt “uluslar tarihi” açısından konuya yaklaşacağız.
Nedir “uluslar tarihi”?
Uluslar tarihi, bir ulusun yaşadığı olayları, kurduğu uygarlıkları yer ve zaman göstererek, somut verilerle anlatan bilim dalıdır.
Nedir o “somut veri” denen şeyler?
Arkeolojik buluntulardır örneğin… Yazılı metinlerdir… Uluslardan kalmış kalıntılar, yaşanılan coğrafya ve bu coğrafyada kullanılan yer, nehir, göl, dağ, ova, şehir adları, milletin hafızasına kazınmış olan destanlar, efsaneler, mitolojik unsurlardır.
Yani, tarihi yaratan ulusun dili, hafızası, bıraktığı yazılı ve sözlü kanıtlar, o ulusun tarihi olup olmadığının kanıtıdır.
Bilimsel araştırmalar, ulus olan her topluluğun, kısa ya da uzun bir tarihi olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır.
Yani?
Yani, Türk tarihini Türk ulusu, Fars tarihini Fars ulusu, Arap tarihini Arap ulusu Alman tarihini Germen ulusu yaratmış ve tarih denilen insanlık hafızasına kaydetmiştir.
… …
Ülkemizin pek çok yöresinde görev yapmış, Emekli Öğretmen, Araştırmacı Yazar Hüseyin Adıgüzel de olaya bu mantıkla yaklaşır ve bu konuda şunları dillendirir.
“…Sonradan ortaya çıkmış ya da çıkarılmış(!) bazı topluluklar; kendilerinin tarihi olmadığı için; kendilerinin geçmişini, uydurdukları bazı olaylara bağlama koşullarını zorlamışlar ve kendilerine, YAŞANMAMIŞ HAYALİ TARİHLER yaratmaya çalışmışlardır.
Ya da bazı ulusların yaptığı gibi, kendilerini eski bir medeniyete bağlama seçeneğini zorlayarak; kendilerini, o medeniyetin varisleri gibi göstermeye çalışmışlardır.
İşin garibi, zaman içerisinde kendileri de bu yalana inanmışlardır.”
… …
18. yüzyıldan bu yana, kendilerine bir tarih yaratmaya çalışan ve bunun için çok büyük uğraşlar veren halklardan biri de Kürtlerdir.
18. yüzyıla kadar Kürt adını, etnik bir toplum olarak hiç kullanmayan bu topluluk mensupları, 18. yüzyıldan itibaren, içinde yaşadıkları Osmanlı Devleti'nin Batılılarca yıkılma projesi içinde yer almışlar ve bu proje gereği, etnik bir isimden ziyade, bir demografik isim olan Kürt sözünü, kendilerinin adı gibi kullanmaya başlamışlardır.”
… …
O zaman kimdir Kürt? Nedir ya da ne değildir?
Kürt sözünün çoğulunun Arapça ‘Ekrad’ olduğu ve Osmanlı metinlerinde geçen ‘Ekrad’ sözü ile Kürt toplumunun kastedildiği ileri sürülür.
Osmanlıca-Türkçe Büyük Lügat’te, ‘Ekrad’ sözü, ‘Kürtler’ olarak tanımlanmıştır.
Ancak şu da bir gerçektir ki; sömürgeci güçlerin büyük çabalarıyla; 18. Yüzyıldan bu yana, Kürt sözcüğüne, yepyeni bir ‘siyasi anlam’ kazandırarak, ‘etnik bir ad’ olarak kullanılması sağlamıştır.
Oysa ‘Ekrad’ sözcüğünün binlerce yıllık bir geçmişi vardır ve bu söz, demografik bir anlam taşımaktadır.
Mesela; ‘Ekrad-ı Yörükan’ ya da ‘Ekrad-ı Türkmen’ gibi tamlamalar, demografik anlam yüklüdür ve bir yaşam şeklini belirtmektedir. (Örneğin, Yörük gibi yaşayanlar ya da Türkmen gibi yaşayanlar gibi…)
Siz, malum maksatlarla, malum güçler tarafından, orasından burasından çekiştirilen, deyim yerindeyse kullanılan bu insanları, nasıl nitelerseniz niteleyin; ister Ekrad-ı Yörükan deyin, ister Ekrad-ı Türkmen ya da Kürtler…
Bu insanlar, özünde kabile mensubudur, aşiret mensubudur, boy mensubudur; ama yaşam şekilleri, aynen Yörükler ve Türkmenler gibidir, yani konargöçerdirler, yerleşik hayatı (hâlâ) benimseyememişlerdir.
Kürt ya da Kürtler dendiği zaman, anlaşılması gereken, etnik bir yapı değil, konargöçer bir topluluktur. Yani işin gerçeğine bakarsanız; Kürt sözcüğünün, Kürtler arasında da bir anlamı yoktur.
Malum siyasi hesaplar için, bu sözcüğe etnik bir anlam kazandırılmak hedeflendiğinden, bir topluluk ismi olarak kabullendirilme çabası gösterilmiş ve bu sözcüğün yaşam biçimiyle ilgili anlamı yok edilerek, sözcüğe etnik bir özellik kazandırılmıştır.
… …
Kürtler, Türkiye-İran-Irak üçgeninde, sınır boylarında yaşayan bir topluluktur. Bu tür sınır toplumlarına ‘Frontier toplumlar’ denir.
Frontier toplumlar, birden çok krallık, imparatorluk, cumhuriyet gibi merkezi yönetimlerini kurmuş toplumların sınırlarında yaşarlar.
Ülkelerin sınırları, savaşlar, özel anlaşmalar gibi nedenlerle tarihin içinde değişikliğe uğrayabilir. Bu nedenle sınır toplumları, tarih içinde, aynı coğrafyada yaşamış olsalar da değişik ülkelere tabi olabilirler.
Çeşitli etnik gruplara mensup aşiret, kabile ve boylar halinde yaşarlar. Bu yüzden devlet kuramazlar. Devlet sahibi olamazlar ve etnik bir egemen birlik oluşturamazlar.
Bunun en güzel örneği Kürtlerdir.
Mensubiyet ve kimlik hislerinden yoksun oldukları için, kolaylıkla başkalarının siyasi emellerine hizmet edecek oyunlara katılırlar.
Bu nedenle de bulundukları bölgelerde devamlı sorun çıkarırlar.
Son yüz yıllık tarihe baktığımız zaman, sadece Türk Devletine karşı çıkarılan, on yedi Kürt isyanı olduğunu görebiliriz.
Siz bu isyanlara Molla Mustafa Barzani ve oğlu Mesut Barzani'nin, Irak hükümetlerine karşı çıkardığı isyanları da ekleyebiliriz…”
Devam edecek...