Evelemeden gevelemeden söylemek gerekirse, artık "Kürt Toplumu" bir kimlik olarak muhatap alınmıştır, Silahlı-silahsız Kürt temsilcileri ile görüşülmüştür. Bunu, sağcısı-solcusu bütün siyaset kabullenmiştir.

Artık doğuda, sosyolojik ve coğrafi olarak ayrılmış bir bölgenin varlığı neredeyse kabul edilmiş gibidir. Yalnız adı(!) konulmamıştır.

Bunun için 30 yıllık silahlı bir çatışma yaşanmalı mıydı? Ülkenin üçte birinin terörüze edilmesi gerekir miydi? 40-50 bin kişi çatışmalarda, 17 bin kişi faili meçhul cinayetlerde ölmeli miydi? 7 bin şehidin verilmesi gerekir miydi? Bilemiyoruz.

Sosyolojik vaka bu noktaya gelmişse, demek ki bunun objektif şartları var idi.

Son günlerde Kuzey Irak'ta, Erbil'de yapılacak "Kürt Ulusal Konferansı" için hazırlık toplantısı yapıldı. Suriye'nin kuzeyinde,16 Temmuz günü sınırımızdan 100 metre öteye PYD bayrağı çekildi. Türkiye'nin müdahalesi ile 26 Temmuz'da indirildi. Ama yerine çekilen, 16 Kürt grubunu simgeleyen "Suriye Ulusal Kürt Konseyi"nin bayrağı idi.

Daha da ötesi; dört ülkede bulunan Kürt nüfuslu bölgeler, Güney, Kuzey, Batı ve Doğu Kürdistan olarak ifade edilir oldu.

Yani nereden bakılırsa bakılsın, bu dört bölgenin birleştirilme sürecine girilmiş gibi, siyasal bir iklim oluşturuldu.

Sanki "Birleşik Kürdistan"ın temelleri atılmakta...

İşte bu oluşumlar, açık konuşmak gerekirse Türk Siyasetinin kimyasını bozdu.

Ve daha da önemlisi; bu oluşumlar ve bölgedeki Kürt Sorunu, uluslararası siyasetin gündemine girmiş ya da girmek üzeredir. Erbil'de yapılacak "Kürt Ulusal Konferansı"ndan sonra, durum daha da net görünür olacaktır. Ki, artık bölge ülkelerinin bu oluşumlara müdahalesi zorlaşacaktır.

Ve yine açık konuşmak gerekirse; bölgede ve özellikle Türkiye'de, Kürt hareketindeki gelişmeleri, iktidar ve muhalefet ya okuyamamakta ya da çözüm yolunu söylemekten çekinmektedir.

Çünkü Kürt Sorunu, maalesef ülkemizde iç siyasete malzeme yapılmıştır. Böyle bir milli sorunda, milli bir siyaset üretilmemiştir.

Peki, bu ülkede neden bir "Kürt Sorunu" oluştu ya da oluşturuldu?

Kürt nüfusun yaşadığı Osmanlı'ya ait coğrafya, "Birinci Dünya Savaşı"ndan sonra “Sevr Anlaşması”yla İngilizlere bırakılmıştı. "Lozan Anlaşması"yla da 4 ülkeye paylaştırılmış ve hastalıklı bir bölge haline getirilmişti.

Çünkü enerji kaynakları emperyalizmin kontrolündeki Ortadoğu için, önemli bir stratejik öneme sahipti bu coğrafya.

Günü geldiğinde uyandırılan Kürt kimliği, 4 ülkeyi de rahatsız edecek, bölge ülkelerini birbirine düşman yapacaktı. Aynı tarihi, aynı inancı ve ortak bölgesel bir kültürü yaşamış bu ülkeler, emperyal ülkelere muhtaç olacaktı. Nitekim öyle de oldu.

Peki, bölge ülkeleri bu oluşumu okuyup, 1923'ten bugüne bir strateji geliştirdi mi? Hayır.

Her ülke, kendi içindeki farklı kimliği yok kabul eden bir politik bakış oluşturdu. Zaman zaman çıkan başkaldırılar ise şiddetle bastırıldı.

Yani bu kimliklerin bir gün uyanacağı ya da uyandırılacağı düşünülmedi. Kendi içindeki farklılığı devletiyle barıştıran demokratik bir siyasal yapı oluşturulmadı.

Öncelikle sorunun böyle bir geçmişi olduğu okunmalıdır.

Eğer doğru teşhis edilmez, iktidar kavgası hesaplarıyla görmezden gelinir, hamasete sığınılırsa, bugünkü sonuçtan daha vahim bir sonuçla karşılaşacağımız kesindir. Ve böyle bir sonucun ayak sesleri de duyulur olmaktadır.

Çünkü bu gün, Kürt Siyasal oluşumunu büyük ölçüde destekleyen; bölgeyi neredeyse bir savaş alanına çevirmek isteyen, hatta çeviren uluslararası güçler vardır. Başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere...

Gazeteci-yazar Adem Yavuz Aslan'ın araştırmasında belirttiği gibi; Bölgesel Kürt Oluşumu, 24 Mayıs 1999'da Hollanda'da düzenlenen "Kürt Ulusal Kongresi"nin ilanı ile ete-kemiğe bürünmeye başlamıştır. Ve bugün bölgede kabul gören "Birleşik Kürdistan" söylemi dillendirilir olmuştur.

Önümüzdeki günlerde, Erbil'de yapılacak "Kürt Ulusal Konferansı" ile de bölgesel bir stratejinin oluşturulacağı bellidir.

Maalesef Türkiye, uzun yıllar kimlik inkârı üzerinden oluşturduğu siyasetle içerideki sorunu daha da büyütmüştür. Ve de bu siyaset, ayrılıkçı duyguları besler olmuştur.

Artık bugün; Türkiye'nin sağındaki ve solundaki tüm siyasetler, iç politik hesapları bırakıp bu düzlemde milli bir siyaset oluşturmak zorundadır.

Aslında bugün, kültürel hakların birçoğu verilmiş ve verilmeye devam edilmektedir. Ama gelinen noktada görülüyor ki, sorun yalnız kültürel haklar değildir.

O halde; emperyal politikaların bölge ülkelerini nasıl bölüp-parçaladığı görülmeli, ayrılma duygusunu besleyen siyasal bakış ve söylemler terk edilmelidir. Ve kendi Kürt vatandaşlarıyla, bu milli sınırlar içinde nasıl birlikte yaşayacağının "adı" birlikte konulmalıdır.

Ve de iktidar bilmelidir ki; uyandırılmış milli kimliklerin, oluşturulmaya çalışılan İslami kimlikle engellenmesi mümkün değildir. Demokratik Türkiye'nin inşası için biriken enerji, bu girişimlerle çar-çur edilmemelidir.