Cumhuriyetin ilânından sonra yaşamın her alanında Atatürk devrim ve ilkelerine dayanan büyük bir değişim ve dönüşümler yaşanmıştır.
Atatürk’ü daha ilk gençlik yıllarından başlayan ve meslek hayatı boyunca devam eden kendi hatıralarından öğreniyoruz ki, bu ülke için büyük hedefleri olmuştur.
Kadın erkek eşitliği temelinde lâik, demokratik, çağdaş bir Türkiye'yi oluşturmayı hedeflemiştir.
Hedeflerinin büyük bölümünü yaşarken hayata geçiren Atatürk, eğitim konusunda da büyük devrimler yapmıştır.
Bunların başında “eğitim birliği ve harf devrimi” gelmektedir.
Bu iki devrimden sonra Atatürk’ün kafasında bize özgü, Türk insanının yaratıcılığını ortaya koyacak, eşit, özgüvenli köy çocuklarının yetişmesi plânı oluşmuştur.
Bu özel projede yetişen köy çocukları, yine köyde kalarak köyün kalkınmasını sağlayacaktı.
Bu sistemi proje olarak kafasında uzun süreli düşünmüştü. Düşüncesini Cumhuriyet tarihinin ikinci adamı olan İsmet İnönü ile de paylaşmıştı. Atatürk sağlığında bu projeyi yaşama geçirememişti. Ömrü yetmemişti.
Biz, bütün bunlardan anlıyoruz ki, tüm dünyada incelenmeye değer, örnek alınacak kadar değerli, yabancıların yorumu ile ”ilginç ve başarılı“ bulunan bu efsane okullar aslında Atatürk’ün projesinin hayata geçmesidir.
İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel öncülüğünde tasarlanan Köy Enstitüleri’nin hayata geçmesi, o dönemin Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’nün büyük çabalarıyla 17 Nisan 1940 yılında yasalaşmasıyla olmuştur. Köy enstitüleri 3803 sayılı kanunla açılmış okullardır.
1940 yılından başlayan, bu yoktan var edilen eğitim yuvaları, kendi olanaklarıyla ayakta kalan, üretken, çağdaş, eşitlikçi bir eğitim anlayışının hayata geçirilmesi çabasıdır. Bu atılıma, Cumhuriyet tarihinin en önemli eğitim seferberliği denilebilir.
Temel anlayış olarak, üretirken öğrenen, öğrenirken üreten bir anlayışa dayalı, ezberciliği reddeden, uygulamaya ve çağın gerçeklerine dayalı bir eğitim sistemidir.
Türk insanına özgü doğaya, çevreye duyarlı, özgüvenli, bireysel kararlarını alabilen, var olan potansiyeli sonuna kadar kullanmayı öğreten bir sistemdir.
Uygulamaya dayanan bu sistemde Bergson’un “ iş eğitimi” dediği sistem uygulamaya konulmuştur.
Sistem sadece okuyarak değil, uygulayarak, yani nesneye dokunan elin giderek ustalaşmasıyla zekânın devreye girmesini sağlayan bir sistemdi. Zekânın uygulamayla doğru orantılı bir gelişmesi söz konusuydu.
Okullar bu nedenle işlikli, atölyeli dershaneler halindeydi.
Eğitim öğretimin yanı sıra ön plâna çıkan el becerileri bireyde var olan sanatsal yeteneğin ortaya çıkmasını sağlayan okullardı.
Okullara alınan öğrencilerin temel ortak özelliği bilerek seçilmiş olan köy çocukları olmalarıydı.
Köy çocuklarının özellikle bu okullara alınmasının sayılamayacak kadar çok önemli nedenleri vardı.
Buradan eğitilen öğrenciler mezun olduklarında tarım, bağ, bahçe, sağlık müzik, resim, fotoğrafçılık, hayvancılık… Daha birçok konuda uzmanlaşmış olarak mezun oluyorlardı.
Yaşama dair konuları sadece okumuyor, uygulamalı olarak deneme-yanılma yoluyla en güzelini uyguluyorlardı.
Temel amaç: Toplumun tabanını oluşturan köylünün çocukları eğitilerek, tekrar köyde görevlendirilerek, tabanın yükselmesi, aydınlanması bilinçlenmesi sağlanacaktı.
Bu konuda da çok büyük başarılar elde edilmiştir.
Okullardan birçok tanınmış eğitimci, siyasetçi, yazar, sanatçı, toplum lideri yetişmiştir.
12 -13 yıl süren bu eğitim sistemi süre içinde bu ülkenin aydınlanmasını istemeyen bir takım çevreler tarafından yıpratılmaya başlanmıştır.
1946 da çok partili döneme geçiş ile beraber bu okullarla ilgili olumsuz söylentiler de çoğalmaya başlanmıştır.
1950’de iktidarın değişmesiyle Türkiye’deki gelişme ve değişme ortamı da başka bir yöne doğru sürüklenmiştir.
Gözden çıkarılan Köy Enstitüleri, ne yazık ki kurucu felsefenin de içinde bulunduğu, muhalefet partisinden de bir grup milletvekilinin de desteği ile bu efsane okullar kapatılmıştır.Bu okulların kapatılmasının yüksek sesle pek dile getirilmese de asıl nedenlerinden biri de; o yıllarda ki; "Sovyetler Birliği"nin rejimi ve bu düşüncenin bizim ülke rejimini tehdit eden yayılması idi...Bu okullardan mezun olanların çoğunluğunda olan Komünizim ve Sosyalizim düşüncesinin varlığıydı. Bu okullardan mezun olanlar; gerçek aydın ve entelektüel yapılarıyla toplumsal olayları yönlendirebilecek, büyük kitleleri etkileme özellğine sahiptiler... Birçok kapatma gerekçesinin yanında asıl bizim ülke rejimini tehdit eden bu düşüncenin varlığı bu okulların kapatımasına nedenlerinin arasındadır....
Bu okullar eğitime devam etseydi ülkemiz bugün ki durumda olur muydu? Bunların cevabı baktığınız yere göre değişmemeli.
Bu okullar devam etseydi köyden kentlere akınlar halinde bu kadar göç olur muydu?
Büyük kentlerin kıyılarına atılmış varoşlar bu kadar büyür müydü?
Lâik düzeni temsil eden öğretmen, çağdaş yaşamı bulunduğu yerde uygulayarak örnekleseydi, cehalet böyle kabul görür müydü?
Eşitlik anlayışı içinde eğitim gören erkek- kadın yaşamı bugün gördüğümüz şekilde mi paylaşırlardı?
Her yerde kadına şiddet uygulanıp, cinayetler işlenir miydi?
Ezberci eğitim anlayışının oluşturduğu bireyci insan modeli, duyarsız kuşaklar bu kadar çoğalır mıydı?
Feodalite, yani ağalık sistemi bu kadar hüküm sürer miydi?
Bilindiği gibi aydını yönetmek cahili yönetmekten çok daha zordur.
Bu projenin iklimini yaratan en başta Atatürk olmak üzere İsmet İnönü, İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Ali Yücel ve o günün aydınları zorlu bir mücadele yolunu seçmişler.
Emek vermişler ve başarmışlardı.
Bu okulları yaşatamadığımız için üzülmek, kuruluş gününü etkinliklerle anımsamak yanında, sayıları giderek azalan eğitim kahramanlarının da eşsiz deneyimlerini rehber almak yerinde olabilir.
“Bugün ne yapılabilir?” noktasına gelinmesi açısından geçmişin ışığını daha güçlü bir şekilde yeniden yakmak adına yaşanan olumsuz deneyimler bugünün koşullarıyla yaşama geçebili mi ? Neler yapılabilir anlamında yol gösterici bir deneyim olabilir belki...