“Kalkınmanın, köylerden başlatılması” bir Türkiye gerçeği.

Köylerimiz, köylülerimiz eğitilmediği sürece; hemen her konuda yerimizde saymaya mahkûmuz.

Eğitilmeyen köylü, haklı olarak, tarımsal üretimi bırakıp, geleceğini il ve ilçelerde arıyor.

Köyler, dolayısıyla tarım alanları giderek boşalıyor.

Geçtiğimiz pazar (17 Nisan) Köy Enstitülerinin Açılışının 82.Yıl Dönümü idi.

Ne zaman “Köy Enstitüsü” adını duysam; içimi, tarifsiz bir acı ve hüzün kaplar, yüreğim kanar…

Çünkü Köy Enstitüleri, asırlardır eğitim yüzü görmemiş Anadolu Halklarını derleyip, toparlamak, eğitmek ve ülkeye kazandırmak için olağanüstü bir fırsattı.

Bunu sezinleyen yurtdışı kökenli fesat yuvaları, yurtiçi kökenli işbirlikçileriyle paslaşarak, ülkeyi çağ atlatma konumuna getiren, bu eğitim yuvalarını kapattı(rdı)lar.

Yıl 1946

Yıl 2022.

76 yıl geçmiş aradan.

76 yıldır da her fırsatta; “… Köy Enstitüleri, şöyleydi, Köy Enstitüleri böyleydi. Kapatılması, ülkemiz için çok büyük kayıp oldu…” edebiyatı yapılıyor.

Dile kolay, 76 yıldır…

Ama partilerin seçim çalışmalarına bakıyorsunuz; hiç birinin seçim çalışmaları ya da vaatleri içinde “Köy Enstitülerinin yeniden hayata geçirilmesine ilişkin…” bir çalışma yok.

Niye yok?

!!??...

O ki yok; niye açıldığı ve kapandığı günler, partili / partisiz herkes dilinden düşürmüyor?

Niye?

Niye, niye, niye?

Nasıl bir ülkeyiz biz böyle?

“…Köy Enstitüleri şöyleydi, Köy Enstitüleri böyleydi…”

E yeniden hayata geçirelim o zaman.

!!??...

Yanıt yok.

İşte siyaset böyle bir şey.

* * *

Köy Enstitüleri, kapatılmayıp, etkinliğini sürdürebilse; ülke olarak bugün bambaşka bir konumda olurduk.

Ve şu an yaşadığımız kronik sorunların pek çoğu olmazdı.

Tüketen değil, üreten bir toplum olurduk.

Milenyum Çağında hâlâ hurafelerle, yobazlarla uğraşmaz; biz de uzayda, koloni kurma çalışmaları yapan, ülkeler arasında, yerimizi alırdık.

* * *

Şöyle bir düşünün.

Köy Enstitüleri'nde eğitim görenler hem örgün eğitim alır hem de modern tarım teknikleri konusunda bilgiler edinirdi.

Köy Enstitüleri'nin tümünün kendisine ait tarlası, bağı, besi hayvanları, arı kovanları ve atölyeleri vardı.

Köy Enstitüleri'nde verilen derslerin yarısı temel örgün eğitim, diğer yarısı ise uygulamalı eğitim konularını kapsıyordu.

1945 yılına gelene kadar; “eğitim üretim içindir” felsefesiyle; çocuklarımızı eğiten; onlara hayatı, yaşatarak öğreten, hayatı sorgulatarak gerçek yaşama hazırlayan okullarımız vardı.

Öğrencilerinin tümü, köy çocuklarıydı…

Herbiri bozkırların kurumuş çalıları, kavrulmuş ekinleri, susuzluktan çatlamış toprakları gibiydiler okula başladıklarında.

Yalın ayaklarıyla, yırtık mintanlarıyla gelirdiler Gönen’e, Düziçi’ne, Aksu’ya, Çifteler’e, Kepirtepe’ye, Savaştepe’ye…

Asırların yarattığı ezilmişlik, sömürülmüşlük, horlanmışlık; daha da acısı, unutulmuşluğun, ötelenmişliğin, görmezden gelinmişliğin, yok sayılmışlığın yarattığı eziklik vardı üzerlerinde…

Yeni yuvalarında; şefkat gördüler, sevgi gördüler.

Eğitim gördüler.

Ham demirin işlendiği gibi işlendiler.

İşlendikçe dirildiler, dirildikçe zihinsel güce, zihinsel kuvvete kavuştular..

Ferhat oldular; yardılar koca İdris Dağını.
Su getirdiler Hasanoğlan’a; akıttılar suyu, gürül gürül…

Eğitildikçe özgüven geldi çocuklarımıza

Dadaloğlu oldular.

Köroğlu oldular,
Kafa tuttular ülkenin dörtbir yanındaki Bolu Beylerine.
Yıktılar, salladılar ülkenin iliğini sömüren beylerin, ağaların saltanatlarını.

Tolstoy’u Balzac’ı okudular koyun güderken.
Mozart’ı, Bethoven’i çaldılar dağ başlarında.
Moliere’i, Sophokles’i sahnelediler.

Saz çaldılar, kaval üflediler, ney üflediler…

Horon teptiler Beşikdüzü’nde, kol kola.
Halay çektiler Yıldızeli’nde türkülerle.

Diz vurdular Ortaklar’da efeler gibi, efelerle birlikte.

Birileri, her gece, mehtaba çıkarken Heybeli’de

Onlar, duvar ördüler, çatı çattılar enstitülerinde

Harman yerlerinde yattılar, yıldızlara bakarak yaz geceleri,
Kazma salladılar yorulduk demeden.
Kerpiç döktüler, kerpiç.
Sızlanmadılar hiç.
Yakıştı çünkü nasırlı ellerine, kitap ile çekiç.

Kendi okullarını, kendi binalarını, kendi yollarını… kendileri yaptılar.

1940 ve 1946 yılları arası 15 bin dönüm tarla, tarıma elverişli hale getirildi ve bu tarlalarda üretime başlandı,

750 bin fidan dikildi, 1200 dönüm bağ oluşturuldu,

150 büyük çaplı inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 100 km yol, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 20 uygulama okulu ve 12 elektrik santrali yapıldı.

Bu dirilmeden, bu özgüvenin getirdiği üretimden ve bu üretim biçiminden rahatsız oldu birileri,

Beyliklerinin, ağalıklarının, iktidarlarının, geleceğinden korktular.

Bir gün…

Birgün tam başlamışken yurt harmanında imece...
Bir gece,,..

Evet, ansızın bir gece…
Brütüsler çıktı karanlık inlerinden sessizce,

Çektiler zehirli hançerlerini,
Vurdular sırtlarından her birini teker teker ve sinsice...

Yarasalar çıktı mağaralarından; halk düşmanları çıktı inlerinden.
Elele verdiler; hep birlikte sülükler gibi çöktüler üstlerine.

Yapıştılar gırtlaklarına, emmeye başladılar.
Emdiler, emdiler, emdiler…

Emdikçe emdiler kanlarını sinsice ve de haince…
Iksırıcaya, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar emdiler…

Hem o eğitim ordusunun, hem ülkenin geleceğinin kanını, iliğini emip, sömürdüler.

Yokettiler alınterini, yok ettiler üretme güdüsünü, yok ettiler yurt sevgisini, yok ettiler uygulamalı bilimsel eğitimi…

Daha o günlerden, bugünleri hazırladılar…

… …

Ne zaman Köy Enstitüleri dense;

Bir zamanlar uçak üretip, ihraç edecek teknolojiye erişmiş;

Salgın hastalıklarla boğuşan ülkelere bedava aşı dağıtacak düzeye ulaşmışken;

Şimdilerde her konuda Batı’ya muhtaç hale getirilmiş ülkem geliyor aklıma…

Zoruma gidiyor, kabullenemiyorum bu durumu…