“İyilik-kötülük” kişiden kişiye değişen görece kavramlardır. Bana göre “iyi” olan size göre “kötü” olabilir.

Toplumsal ölçekte işverenlerin yararına (iyi) olan bir yasal düzenleme, emekçilerin zararına (kötü) olabilir.

Toplumların etik coğrafyasında zamanın içinden süzülüp gelen, adeta ortak payda olan “iyi-kötü” kavramları ise toplumsal vicdanın ifadesidir.

Kötülüğün bir sınırı var mıdır? Evet, vardır. Bu sınır toplumsal vicdandır.

Ülkemizde son dönemde giderek artan kadın ve çocuk cinayetleri ve her türlü tecavüz vakaları toplumsal vicdanı derinden yaralayan bir hâl almıştır.

Gelinen bu noktada toplumun kendisiyle yüzleşmesi, sorgulaması kaçınılmazdır. Bu yüzleşme ve sorgulamada geç kalınsa da yanlıştan bir şekilde dönmek gerekiyor.

Yaşanan her cinayetten sonra tepki mesajları vermek, birkaç protesto gösterisi yapma aşaması çoktan geçilmiştir.

Toplumsal vicdanın sesi olması gereken kurumsal yapılardaki durum bir akıl tutulması, ülkeden yaşanan örtülü küresel işgale karşı vurdumduymazlık boyutundadır. Tepkiler yasak savmaktan öteye geçemiyor ne yazık ki…

Bu satırları yazarken aklıma Kaz Dağları geldi. Kaz Dağlarında altın arayacak şirket 200 bin ağaç kesmiş ve tam da işe başlamak üzereyken toplumun duyarlı kesimlerinden tepki sesleri yükselmişti.

Arkadaşlarla sohbet ederken bu tepkilerin kısa sürede sönümleneceğini belirterek “Halkın gazı alınıyor” dediğimde fakire kızmışlardı. “Ne yani” demişti bir arkadaş, “Hiç mi tepki göstermeyelim? Onu mu demek istiyorsun?”

Yüzümde acı bir gülümseme “Kız altı aylık hamile, artık torun seveceksiniz!” demiş ve devam etmiştim, “Kesilen ağaç sayısı 200 bin… Bu kadar ağaç kesilip de götürülürken toplumsal göz nereye bakıyordu? 200 bin ağacı kibrit kutusuna koyarak cepte mi taşındılar?”

Bir hafta sonu Kaz Dağlarına piyano çıkartılmış, gelenlere Fazıl Say da konser vermişti. Benim içim acımaya, yüreğim kanamaya devam ediyordu. Halkın gazı alınmış, üstüne de krema sürülmüştü o konserle.

O süreçte sadece Kaz Dağlarında değil, ülkemizin çeşitli yerlerinde altın avcısı şirketlerin doğamızı tahrip ettiği yerlerin fotoğraflarını sosyal medya sayfamda paylaşmıştım.

Bu durumu “Tepki göstermeyelim mi?” diyen arkadaşlara da gösterip sormuştum, “Bu ormanlar, dağlar oyulup yok edilirken niye tepki gösterilmedi? Niye karşı çıkılmadı?” diye.

Sonuç… Altın çıkaran şirketin tepe yöneticisi (Ceo) “Türkler taş taşımakta çok iyiler” diyerek toplumsal aklımızla alay etmişti.

Ne oldu? İhaleyi alan şirket işine devam ediyor.

Bunları niye hatırlattı bana belleğim? Her öldürülen kadından sonra şiddetli bir tepki… Birkaç basın açıklaması… Birkaç yerde protestolu açıklama… Sonra, herkes kendi gündelik hayatına. Ölen öldüğüyle kalıyor, ateş de düştüğü yeri yakıyor.

Ta ki yeni bir cinayete kadar. Kadın cinayetleri, her türlü yağma ve talan eğer kurumsallaşmış ise tepkilerin de kurumsallaşması gerekir. Yani anlık tepki değil devamlılık sağlanmalıdır. Bu ise Anayasa’nın halka sağladığı hakların sonuna kadar kullanılmasıyla olur.

Meraklısı için ek: “Asıl sorun, ölümden sakınmak değil, haksızlıktan sakınmaktır. Çünkü kötülük ölümden hızlı koşar.” Platon